Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı
: 2002/100
Karar Sayısı :
2004/109
Karar Günü :
21.9.2004
İPTAL
DAVALARINI AÇANLAR :
1-
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER
2-
Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri
Yasin
HATİPOĞLU, Mehmet Ali ŞAHİN,
Salih
KAPUSUZ, Mustafa KAMALAK
ve
Uluç
GÜRKAN ile birlikte 119 Milletvekili
3-
Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri
Salih KAPUSUZ,
Yasin
HATİPOĞLU, Ömer Vehbi HATİPOĞLU,
Mehmet
Ali ŞAHİN ve Mustafa KAMALAK ile
birlikte
111
Milletvekili
İPTAL
DAVALARININ KONUSU :
13.4.1994 günlü, 3984 sayılı “Radyo
ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun”un kimi
maddelerini değiştiren 15.5.2002
günlü, 4756 sayılı “Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir
Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi
Kanununda değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun”un
1-
2. maddesiyle değiştirilen 13.4.1994
günlü, 3984 sayılı Kanun’un 4.
maddesinin ikinci fıkrasının:
- (b)
bendinin “veya toplumda nefret
duyguları oluşturan” bölümünün,
- (k)
bendinin “veya korku salacak”
bölümünün;
- (r)
bendinde yer alan “ile ilgili”
sözcüğünün,
- (v)
bendinde yer alan “Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk...
eğilimlerini körükleyici ...
nitelikle olmaması” bölümünün,
2-
3. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 6. maddesinin
birinci fıkrasının (a), (b), (c)
ve (d) bentlerinin,
3-
5. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 9. maddesinin son
fıkrasının,
4-
7. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 12. maddesinin
birinci fıkrasının (d) bendinin,
5-
8. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 13. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “33
üncü maddede belirtilen idari para
cezaları da cezaların tahakkukunu
müteakip ilgili yayın kuruluşları
tarafından ödenir” bölümünün,
6-
10. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 24. maddesinin
birinci, ikinci ve üçüncü
fıkralarının,
7-
12. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 28. maddesinin
altıncı fıkrasının ve sekizinci
fıkrasının dördüncü tümcesinde yer
alan “tazminat miktarı on milyar
liradan az olmamak üzere” ibaresi
ile altıncı tümcesinde yer alan
“tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve ...”
ibaresinin,
8-
13. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 29. maddesinin
(d) ve (e) bentlerinin,
9-
14. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 31. maddesinin,
10-
16. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 33. maddesinin
birinci, ikinci ve beşinci
fıkralarının,
11-
17. maddesiyle 3984 sayılı Kanun’a
eklenen Ek Madde 1, Ek
Madde 2, Ek Madde 3’ün birinci
fıkrasının (b) bendinin,
12-
18. maddesinde yer alan “8 inci
maddesinin (a) bendi ile...”
ibaresinin,
13-
19. maddesiyle değiştirilen
15.7.1950 günlü, 5680 sayılı Basın
Kanunu’nun 16. maddesinin birinci
fıkrasının (1) numaralı bendinin,
14-
20. maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Kanun’un 17. maddesinin
birinci fıkrasının iki ve
dördüncü tümcelerinin,
15-
22. maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Kanun’un 20. maddesinin,
16-
5680 sayılı Kanun’un kimi
maddelerindeki para cezası
miktarlarını değiştiren 25.
maddesinin,
17-
Geçici 4.
maddesinin,
Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5.,
10, 13., 15., 26., 28., 29., 30.,
38., 87., 133., 141., 166. ve 167.
maddelerine aykırılığı savıyla
iptalleri ve kimi maddelerinin de
yürürlüklerinin durdurulması
istemidir.
I- İPTAL VE
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN
GEREKÇELERİ
İptal ve
yürürlüğün durdurulması istemlerini
içeren ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
SEZER tarafından verilen 21.5.2002
günlü dava dilekçesinin gerekçe
bölümü şöyledir:
“l-
4756 sayılı Yasa’nın 2. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Yasa’nın 4. maddesinde,
radyo, televizyon ve veri
yayınlarında uyulması gereken yayın
ilkelerine yer verilmiştir.
Anılan
maddenin ikinci fıkrasının,
- (k)
bendinde, “...korku salacak yayın
yapılmaması”,
- (v)
bendinde de “Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk,
...eğilimlerini körükleyici ...
nitelikte olmaması”,
yayın
ilkeleri arasında sayılmıştır.
a-
Anayasa’nın 38. maddesinin birinci
fıkrasında, hiç kimsenin yasanın suç
saymadığı bir eylemden dolayı
cezalandırılamayacağı; üçüncü
fıkrasında da, ceza ve ceza yerine
geçecek
güvenlik önlemlerinin ancak yasayla
konulabileceği kurala bağlanarak,
ceza hukukunun temeli olan “kanunsuz
suç ve ceza olamayacağı” ilkesi
benimsenmiştir.
Bu
ilkenin gereği olarak, yasaklanan ve
yaptırım öngörülen eylemlerin
öğelerinin yasada açık biçimde
belirtilmesi ve bu eylemlerin,
kuşkuya yer bırakmayacak
belirginlikte düzenlenmesi
zorunludur.
Oysa,
yukarıda belirtilen bentlerde
düzenlenen yayın ilkeleri, başka bir
anlatımla yasaklar açıkça
tanımlanmamış, içeriği tartışmalı
genel kavramlarla anlatılmıştır.
Gerçekten, bir yayının korku salacak
ya da
karamsarlık ve umutsuzluk
eğilimlerini körükleyici nitelikte
olması kişilere göre değiştiğinden
bu ilkeler, belirgin ve açık
olmayan, nesnel içerikten yoksun ve
soyut ilkelerdir.
Üstelik, 3984 sayılı Yasa’nın 4756
sayılı Yasa ile değişik 33.
maddesinde, yukarıda belirtilen
ilkelere aykırı olarak yapılan
yayınlar için uyarıdan, programın
yayından kaldırılmasına, yayın
ilkesi ihlalinin yinelenmesi
durumunda yüksek tutarlarda idari
para cezasına ve son aşamada yayının
durdurulmasına kadar varan ağır
yaptırımlar öngörülmüştür. Bu tür
ağır yaptırımların yargı
organlarınca
hükmolunan cezalarla benzer
etki ve sonuç yaratacağı
kuşkusuzdur.
Bu
nedenle, söz konusu bentlerdeki
anılan kurallar, Anayasa’nın 38.
maddesindeki “kanunsuz suç ve ceza
olamayacağı” ilkesine aykırı
düşmektedir.
b-
Anayasa’nın 12. maddesinde,
herkesin, kişiliğine bağlı
dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez
temel hak ve özgürlüklere sahip
olduğu belirtilmiş; 26. maddesinde
düzenlenen düşünceyi açıklama ve
yayma özgürlüğü ile 28. maddesinde
düzenlenen basın özgürlüğüne temel
hak ve özgürlükler arasında yer
verilmiştir.
Anayasa’nın 26. maddesinde,
herkesin, düşünce ve
kanaatlarını
söz, yazı, resim
ya da
başka yollarla tek başına
ya da
toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahip olduğu; bu özgürlüğün,
resmi makamların müdahalesi
olmaksızın haber
ya da
görüş almak ya
da vermek serbestliğini de kapsadığı
vurgulanmıştır.
Yine,
Anayasa’nın 28. maddesinde, basının
özgür olduğu belirtilmiş; Devlet’e
basın ve haber alma özgürlüğünü
sağlayacak önlemleri alma görevi
verilmiştir.
Öte
yandan, düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü ile basın özgürlüğünün
sınırları Anayasa’nın 26. ve 28.
maddelerinde gösterilmiştir. 26.
maddenin değişik ikinci fıkrasına
göre, düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünün kullanılması, ulusal
güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği, Cumhuriyet’in temel
nitelikleri ve Devlet’in ülkesi ve
ulusuyla bölünmez bütünlüğünün
korunması, suçların önlenmesi,
suçluların cezalandırılması, Devlet
sırrı olarak yöntemince belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması,
başkalarının şöhret ve haklarının,
özel ve aile yaşamlarının
ya da
yasanın öngördüğü meslek sırlarının
korunması ya
da yargılama görevinin gereğine
uygun olarak yerine getirilmesi
amaçlarıyla
sınırlandırılabilecektir. 28.
maddesinde de, basın özgürlüğünün
sınırlandırılmasında 26. madde
kurallarının uygulanacağı
belirtilmiştir.
Bu
anayasal kurallar, basın ve yayın
kuruluşlarının, yukarıdaki
sınırlamalar dışında, halkın haber
alma özgürlüğüne uygun çalışma
koşullarında hizmet vermelerini
gerektirmektedir.
Oysa,
yukarıda da belirtildiği gibi açık,
belirgin ve nesnel olmayan ilkelere
uyulması zorunluluğu, yayın
kuruluşlarında tedirginlik
yaratacağından, radyo ve
televizyonların doğru ve yansız
yayın yapmalarına, yurt ve dünya
gerçeklerinin halka duyurulmasına
engel oluşturacaktır. Böylece,
toplumun doğru ve yansız haber alma
hakkı zedelenmiş olacaktır.
Bu
nedenle, anılan bentlerdeki
düzenlemeler Anayasa’nın 26.
maddesindeki “haber alma” ve 28.
maddesindeki “basın” özgürlüklerine
ilişkin kurallarla da
bağdaşmamaktadır.
2- 4756
sayılı Yasa’nın 3. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Yasa’nın 6. maddesinin
birinci fıkrasında;
“Üst
Kurul, en az dört yıllık yüksek
öğrenim görmüş, meslekleriyle ilgili
konularda kamu veya özel
kuruluşlarda en az on yıl görev
yapmış, mesleki açıdan yeterli
bilgiye, deneyime ve Devlet memuru
olma niteliğine sahip, otuz yaşını
doldurmuş kişiler arasından;
a-
Siyasi parti gruplarınca, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanı oluşum formülüne göre
belirlenecek kontenjan doğrultusunda
gösterilecek ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca seçilecek
beş,
...
Kişiden
olmak üzere 9 üyeden oluşur.”; 4756
sayılı Yasa’nın geçici 4. maddesinde
de,
“Radyo
ve Televizyon Üst Kurulunun Türkiye
Büyük Millet Meclisince seçilecek
beş üyesi, siyasi parti gruplarınca
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlık Divanı oluşum formülüne
göre belirlenecek kontenjan
doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına, ... bu Kanunun
yayımı tarihinden itibaren bir ay
içinde bildirilir. Siyası parti
gruplarınca gösterilen adayların;
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca işaret oyuyla ayrı
ayrı
oylanmaları suretiyle seçimleri
yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine
ilgili siyasi parti gruplarınca yeni
adaylar bildirilir.”
denilmektedir.
Görüldüğü gibi, 3984 sayılı Yasa’nın
4756 sayılı Yasa ile değiştirilen 6.
maddesinin birinci fıkrasında, dokuz
üyeden oluşan Radyo ve Televizyon
Üst Kurulu’nun beş üyesinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nce seçilmesi
öngörülmekte; 4756 sayılı Yasa’nın
geçici 4. maddesinde de, yapılacak
ilk seçimin yöntemi
belirtilmektedir.
Anayasa’nın değişik 87. maddesinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
görev ve yetkilerinin, yasa koymak,
değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar
Kurulu’nu ve bakanları denetlemek;
Bakanlar Kurulu’na belli konularda
yasa gücünde kararname çıkarma
yetkisi vermek; bütçe ve
kesinhesap
yasa tasarılarını görüşmek ve kabul
etmek; para basılmasına ve savaş
ilânına karar vermek; uluslararası
andlaşmaların
onaylanmasını uygun bulmak; Türkiye
Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının beşte üç çoğunluğunun
kararı ile genel ve özel af ilânına,
mahkemelerce verilip kesinleşen ölüm
cezalarının yerine getirilmesine
karar vermek ve Anayasa’nın diğer
maddelerinde öngörülen yetkileri
kullanmak ve görevleri yerine
getirmek olduğu belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin görev ve yetkileri 87.
maddede tek tek
sayılmıştır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin bu görev ve yetkilerin
dışına çıkması olanaklı
görülmemektedir. Nitekim, 87.
maddenin gerekçesinde,
“Anayasa’nın diğer maddelerinde
öngörülen yetkileri kullanma ve
görevleri yerine getirme şeklindeki
hükümlerin genel nitelikteki
görevleri düzenleyen bu maddeye
alınması uygun görülmüştür. Zira bu,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
Anayasa’da gerek bu maddede gerek
diğer maddelerinde düzenlenmiş olan
bütün görev ve yetkilerini
kapsayacak şekilde düşünülmüştür.”
denilerek, tüm görev ve yetkilerin
bu maddede belirtildiği
vurgulanmıştır.
Anayasa’nın bu maddesinde ve diğer
maddelerinde, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ne kamu görevlilerini seçme
ya da
atama görev ve yetkisi veren açık
bir kural bulunmamaktadır.
Bu
durumda, Anayasa’da Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin görev ve
yetkileri arasında sayılmayan kamu
görevlisini seçme
ya da
atama konusunun yasa ile
verilmesinin uygun olup olmadığının
tartışılması gerekmektedir.
Anayasa
Mahkemesi’nin 01.11.1990 günlü, 3677
sayılı “21.02.1967 tarih ve 832
sayılı Sayıştay Kanununun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu
Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair
Kanun”un kimi maddelerinin iptali
istemiyle açılan dava sonunda
verdiği 11.07.1991 günlü, E.1990/39,
K. 1991/21 sayılı kararı bu konuya
ışık tutacak niteliktedir.
Anayasa
Mahkemesi’nin söz konusu kararında,
Sayıştay Yasası’nın Başkan ve
üyelerin seçimine ilişkin 5. ve 6.
maddeleri Anayasa’nın 87. maddesi
yönünden incelenirken;
“...
Anayasa’nın T.B.M.M.’nin
görev ve yetkilerini belirleyen 87.
maddesi ile Sayıştay’ın görev ve
yetkilerini düzenleyen 160.
maddesinde Sayıştay Başkan ve
üyelerinin seçimleri ile ilgili
herhangi bir hüküm getirilmemiştir.
Anayasa’da Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin görevleri arasında
sayılmayan bir konunun bir yasa ile
Meclis’e verilmesinin Anayasa’ya
uygun olup olmayacağı öncelikle
belirlenmelidir.
aa)
Anayasa’nın 160. maddesinde,
Sayıştay’ın Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetleme yapacağı
öngörülmüştür. T.B.M.M. ile Sayıştay
arasındaki bu ilişki, Sayıştay’ın
kuruluşunu, üyelerinin seçimini,
denetiminin kapsamını ve böylece
hukuksal yapısını belirler.
Anayasa
Sayıştay Başkan ve üyelerinin seçimi
konusunda açık bir kural
koymamıştır. Ancak, bu konuda yasa
ile yapılacak düzenlemenin de
Sayıştay’a ilişkin Anayasa’nın 160.
maddesi ile T.B.M.M.nin
görev ve yetkilerini sayan 87.
maddesinin özüne ve sözüne uygun
olması gerekir.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına denetim
yapan anayasal bir organın Başkan ve
üyelerinin seçimi Anayasa’da
gösterilmemiş ise de, bu seçimlerin
T.B.M.M. Genel Kurulu’nca yapılması
anayasal sistemin, diğer bir
anlatımla, T.B.M.M. ile Sayıştay
arasındaki doğal ilişkinin
sonucudur...”
yargısına varılmıştır.
Anayasa
Mahkemesi’nin bu kararında; Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin görev ve
yetkilerinin Anayasa’nın 87.
maddesinde tek
tek sayıldığı, bu görev ve
yetkiler arasında yasama dışındaki
organlara üye seçme görev ve
yetkisinin bulunmadığı, böyle bir
görev ve yetkinin yasa ile
verilmesinin de ancak, o organla
Türkiye Büyük Millet Meclisi
arasında anayasal sistemden
kaynaklanan bir ilişkinin olması
durumunda Anayasa’ya uygun
görülebileceği kabul edilmiş
olmaktadır.
3984
sayılı Yasa ile, izin sisteminin
gereği olarak, radyo ve televizyon
yayıncılığı ve bu yayınların
iletiminde düzenleyici ve
denetleyici olmak üzere bağımsız ve
yansız bir Radyo Televizyon Üst
Kurulu oluşturulmuştur. Bu Üst
Kurul’un yürütme erki içinde yer
aldığı kuşkusuzdur.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi ile adı geçen
Üst Kurul arasında, Anayasa
Mahkemesi’nin yukarıda değinilen
kararında söz edildiği gibi,
anayasal sistemden kaynaklanan,
doğal ve zorunlu bir ilişki
bulunmamaktadır.
Bu
nedenle, 4756 sayılı Yasa’nın 3.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 6. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendindeki, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu üyelerinden
beşinin, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanının oluşum
formülüne göre belirlenecek
kontenjan doğrultusunda siyasi parti
gruplarınca önerilerek Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulu’nca
seçilmesini öngören kural ile 4756
sayılı Yasa’nın geçici 4.
maddesindeki, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde yapılacak ilk seçimin
yöntemini gösteren kuralın
Anayasa’nın 87. maddesine aykırı
olduğu düşünülmektedir.
3- 3984
sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Yasa’nın 28. maddesinin, 4756 sayılı
Yasa’nın 12. maddesiyle değiştirilen
sekizinci fıkrasında;
“Gerçek
ve tüzel kişilerin ayrıca genel
hükümlere göre ilgili yayın
kuruluşuna karşı tazminat davası
açma hakkı saklıdır. Yayın kuruluşu
ile birlikte şirketin yönetim kurulu
başkanı da müştereken ve
müteselsilen
sorumludur. Zarar doğurucu fiilin
işlenmesinden sonra yayın
kuruluşunun devredilmesi, başka bir
kuruluşla birleşmesi veya sahibi
olan şirketin herhangi bir surette
değişmesi halinde yayın kuruluşunu
devralan, birleşen ve her ne suretle
olursa olsun yayın kuruluşunun
sahibi veya hissedarı olan şirket ve
şirketin yönetim kurulu başkanı da
bu fiil nedeniyle hükmedilen
tazminattan yayın kuruluşu ile
birlikte müştereken ve
müteselsilen
sorumludur. Tazminat talebinin haklı
görülmesi halinde tazminat miktarı,
on milyar liradan az olmamak üzere
fiilin ağırlık derecesine göre
belirlenir. On milyar liralık alt
sınır her yıl Maliye Bakanlığınca
ilân edilen yeniden değerleme
oranında artırılır. Bu maddeye göre
açılacak manevi tazminat davalarında
hâkim tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve davayı
en geç altı ay içinde karara
bağlar.”
denilmektedir.
Görüldüğü gibi anılan fıkrada,
tazminat talebinin haklı görülmesi
durumunda tazminat tutarının, on
milyar liradan az olmamak koşuluyla
fiilin ağırlık derecesine göre
belirleneceği; bu maddeye göre
açılacak manevi tazminat davalarında
yargıcın uygunluk (tensip) kararı
ile birlikte bilirkişiyi de
atayacağı belirtilmiştir.
Yapılan
değişiklikte, hüküm altına alınacak
tazminatın alt sınırı yasa ile
belirlenmiş; böylece, yargıcın
takdir hakkı sınırlandırılmış, hatta
tümüyle ortadan kaldırılmıştır.
Kişinin, kişilik değerlerine
saldırıyla oluşacak zarar tutarının
yasa ile belirlenmesi, sorumluluk
konusunu düzenleyen hukukun temel
kurallarıyla bağdaşmamaktadır.
Manevi tazminat tutarı, her somut
olayın özelliği ve istem gözetilerek
yargıç tarafından takdir
edilmektedir. Manevi tazminat
davasına yol açan yayının gerçek
olmasına karşın, kullanılan sözlerle
sınır aşılmış olabilir ve bu aşma
derecesi her olayda farklılık
gösterebilir. Yine, böyle bir
yayına, zarar görenin davranışı da
neden olabilir. Bütün bu olgular,
istenecek ve hüküm altına alınacak
tazminat tutarının belirlenmesinde
önemli etkenlerdir. Bu nedenle,
hükmedilecek tazminat tutarının alt
sınırının yasayla belirlenmesi hukuk
devleti ilkesine uygun
düşmemektedir.
Ayrıca,
kişilik haklarına saldırıya ilişkin
tazminat davaları Borçlar Yasası’nın
49. maddesinde düzenlenmiştir. Dava,
özel hukuk alanında açılmış bir
tazminat davası niteliğindedir. Türk
Hukuku’nda, özel hukuk alanındaki
tazminat davalarına
yasakoyucunun
karışması ve alt sınırı belirlemesi
yolunda bir uygulama yerleşmemiştir.
Bu tür alt sınır tutarını belirlemek
ceza hukukuna özgü bir uygulamadır
ve Devletin cezalandırma hakkından
kaynaklanmaktadır. Özel hukuk
alanındaki bu düzenleme, tazminat
yaptırımını, gerçek zararı ve kimi
durumlarda zarar gören kişinin
istemini de aşan ve haksız
zenginleşmeye neden olan bir tür
ceza yaptırımı niteliğine
büründürecektir.
Öte
yandan, yapılan değişiklikler,
tazminat davalarında yargıca
bilirkişi atama zorunluluğu
getirmektedir.
Oysa,
teknik bir konuda da olsa,
bilirkişilerin görüşü yargıcı
bağlamamaktadır. Hukuk Usulü
Muhakemeleri Yasası’nın 275.
maddesine göre, yargıçlık mesleğinin
gerektirdiği genel ve hukuksal bilgi
ile çözümlenmesi olanaklı konularda
bilirkişi incelemesi yaptırılamaz.
Bu
nedenle, hükmedilecek tazminatın alt
sınırını belirleyen ve tazminat
davalarında bilirkişiye
başvurulmasını zorunlu kılan fıkra
kuralı Anayasa’nın 2. maddesindeki
“hukuk devleti” ilkesiyle
bağdaşmamaktadır.
Ayrıca,
gerekli olmamasına karşın zorunlu
bilirkişi atamasına ilişkin kural,
Anayasa’nın 141. maddesinin son
fıkrasındaki, “davaların en az
giderle sonuçlandırılacağı”
yolundaki ilkeye de uygun
düşmemektedir.
4- 4756
sayılı Yasa’nın 13. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Yasa’nın, radyo ve
televizyon yayın izni verilen
ya da
verilecek anonim şirketlerin pay
oranları ve şirket yapısıyla ilgili
uyulması gereken diğer konuları
düzenleyen 29. maddesinin (d) ve (e)
bentlerinde;
“d) Üst
Kurul tarafından düzenlenecek
yönetmeliğe uygun olarak her yıl
yapılacak yıllık ortalama izlenme
oranı ölçümlerine göre yıllık
ortalama izlenme veya dinlenme oranı
% 20’yi geçen bir televizyon veya
radyo kuruluşunda bir gerçek veya
tüzel kişinin veya bir sermaye
grubunun sermaye payı % 50’yi
geçemez.
Gerçek kişinin hisselerinin
hesaplanmasında üçüncü derece dahil
olmak üzere üçüncü dereceye kadar
kan ve sihrî hısımlara ait hisseler
de aynı kişiye aitmiş gibi
hesaplanır.
e) Bir
gerçek veya tüzel kişi veya bir
sermaye grubu % 50’den fazla
hissesine sahip olduğu bir
televizyon veya radyonun yıllık
ortalama izlenme veya dinlenme payı
% 20’yi geçerse Üst Kurul tarafından
yapılan bildirimden itibaren doksan
gün içinde, ortağı bulunduğu
televizyon veya radyodaki
hisselerinin bir bölümünü halka arz
ederek veya bir kısım hisselerini
satarak, sermaye payını % 50’nin
altına indirir. Yıllık izlenme veya
dinlenme oranının aşımı birden fazla
televizyon ve radyodaki hisselerin
toplamı nedeniyle meydana gelmişse,
bu oranı % 50’nin altına indirecek
biçimde yeterli sayıda şirketi
satar. Bu yükümlülüğün ihlâli
durumunda kuruluşun yayın izni iptal
edilir.”
denilmektedir.
Maddenin değiştirilmeden önceki
metninde;
-
Aynı özel radyo ve televizyon
kuruluşunda bir ile üçüncü dereceye
kadar (dahil) kan ve sihrî
hısımların aynı zamanda pay sahibi
olamayacakları,
- Bir
hissedarın,bir kuruluştaki pay
tutarının, ödenmiş sermayenin %
20’sinden ve birden fazla kuruluşta
pay sahibi olanların bu
kuruluşlardaki tüm paylarının
toplamının da % 20’den fazla
olamayacağı; bu kuralın, hissedarın
bir ile üçüncü dereceye kadar
(dahil) kan ve sihrî hısımları için
de uygulanacağı,
-
Belirli bir özel radyo ve televizyon
kuruluşunda % 10’dan fazla payı
olanların Devletten, diğer kamu
tüzel kişilerinden ve bunların
doğrudan ya
da dolaylı olarak katıldıkları
teşebbüs ve ortaklıklardan herhangi
bir taahhüt işini doğrudan doğruya
ya da
dolaylı olarak kabul edemeyecekleri
ve menkul kıymetler borsalarında
işlem yapamayacakları,
kurala
bağlanmıştı.
Metinden çıkarılan kurallar ve
yapılan yeni düzenlemeler ile,
-
Sahip oldukları televizyon kanalları
ya da
radyoların yıllık ortalama izlenme
ve dinlenme oranı % 20’yi
geçmemek
koşuluyla bir gerçek
ya da
tüzel kişi ya
da sermaye grubuna, bir
ya da
birden fazla televizyon
ya da
radyo kuruluşunun tümüne
ya da
bir kısmına sahip olabilme,
-
Televizyon ya
da radyo kuruluşu sahiplerine kamu
ihalelerine girebilme ve menkul
kıymetler borsalarında işlem
yapabilme,
olanağı
sağlanmaktadır.
4756
sayılı Yasa’nın 13. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın
29. maddesinin anılan bentlerindeki
kurallar, özellikle büyük sermaye
gruplarının radyo ve televizyon
alanında tekelleşmelerine yol açacak
içeriktedir.
Sermayenin belli kişi
ya da
grupların elinde toplanmış olduğu
gerçeği, bu kişi
ya da
grubun, çok sayıda televizyon ve
radyo kuruluşunu sahiplenebilme
olanağı ve ölçüsüz para cezaları
uygulaması ile görsel ve işitsel
medya alanında tekellerin oluşması
kaçınılmaz olacaktır.
Anayasa’nın 167. maddesinde,
Devletin, para, kredi, sermaye, mal
ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve
düzenli işlemelerini sağlayıcı ve
geliştirici önlemleri alacağı,
piyasalarda eylemli
ya da
anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önleyeceği
belirtilmiştir.
Anayasa’nın anılan kuralı ile
tekelleşme ve kartelleşme
yasaklanmakla kalmamış, Devlete de
bunu engelleyici önlemleri alma
görevi verilmiştir. 4756 sayılı Yasa
ile yapılan ve yukarıda belirtilen
düzenlemelerle görsel ve işitsel
medya alanında tekelleşme ve
kartelleşmenin önlenmesi
olanaksızdır. Düzenlemeler,
tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemek
bir yana, dolaylı olarak olanaklı
kılacak niteliktedir.
Gerçi,
televizyon ya
da radyo kuruluşunun yıllık ortalama
izlenme oranının % 20’yi
geçmesi
durumuna bağlı olarak bir sınırlama
getirilmiştir. Ancak, bir televizyon
kanalı ya
da radyo yayını için getirilen % 20
yıllık ortalama izlenme
ya da
dinlenme oranı, kuramsal olarak
olanaklı bulunsa da uygulamada
ulaşılması çok güç bir orandır.
Yapılan araştırmalar, Türkiye’de en
yüksek izlenme oranının % 14-16
dolayında olduğunu ve bu orana da
yalnızca bir yayın kuruluşunun
ulaştığını ortaya koymaktadır.
Ölçümleme güçlükleri de
gözönünde
bulundurulduğunda, getirilen sınırın
uygulanabilir olmadığı açıkça
anlaşılacaktır.
Bu
nedenledir ki, Batı’lı ülkelerde,
yayının ulaştığı kişi sayısı ölçü
olarak alınmış
ya da bir kişinin sahip
olacağı kanal sayısı
sınırlandırılmıştır. Yayın izleme
oranını ölçü alan ülkelerde ise bu
oran çok düşük tutulmuştur.
Söz
konusu oranın yüksek tutulması ve
hiçbir televizyon
ya da
radyo kanalının bu izlenme oranına
ulaşamayacağı gerçeği karşısında, bu
sınırlamanın tekelleşme ve
kartelleşmeyi önlemesi olanaklı
görülmemektedir.
Tekelleşen ya
da kartelleşen görsel ve işitsel
medya, bir yandan ekonomik alanda
haksızlık yaratabilecek bir güce
ulaşırken, öte yandan da haber alma
özgürlüğünü kısıtlayabilecektir.
Yukarıda (l/b) ve (3/a) bölümlerinde
de belirtildiği gibi, Anayasa’nın
26. maddesinde, düşünceyi açıklama
ve yayma özgürlüğünün haber almak ve
vermek özgürlüğünü de kapsadığı; 28.
maddesinde de, basının özgür olduğu,
Devlet’in, basın ve haber alma
özgürlüğünü sağlayacak önlemleri
alacağı vurgulanmıştır.
Basın
özgürlüğü, düşünce ve kanaat
özgürlüğünü tamamlayan ve onun
kullanılmasını sağlayan bir
özgürlüktür. Düşünce özgürlüğü,
düşüncelerin özgürce açıklanması
yanında bunların yayılması ve
öğrenilmesi özgürlüğünü de
içermektedir. Bu nedenle, basın
özgürlüğünün, okuyucuların,
izleyicilerin
ya da dinleyicilerin haber
alma ve görüşleri öğrenme
olanağından yoksun kalmaları
yönünden de değerlendirilmesi
gerekir.
Haber
alma ve verme hakkı
ya da
haberlere ulaşma özgürlüğü, izleyici
ya da
dinleyicinin bireysel hakkı olarak
düşünülemez ve düzenlenemez. Bunlar,
izleyicilerin ve dinleyicilerin
kollektif
hak ve özgürlükleridir.
Basın
özgürlüğü, kamu güçleri karşısında
olduğu kadar özel güçlere karşı da
korunmalıdır. Bu bağlamda, medya
tekelinin oluşmasına karşı gerçek
sınırlamalar koymak, medyanın
çoğulculuğunu koruyucu önlemler
almak Devlet’e düşen bir ödevdir.
Bağımsız ve yansız yayıncılığın
sürdürülebilmesi için alınacak
önlemler de bu ödev kapsamındadır.
Sosyal
görevini yerine getirebilmesi için
basın özgürlüğü ile donatılan
medyanın sorumluluk bilinciyle
hareket etmesi gereklidir.
Tekelleşerek, sorumluluk bilincinden
uzaklaşacak bir medya, her sorumsuz
güç gibi er geç amacından
sapabilecek ve toplum yaşamını,
ulusal güvenliği tehlikeye sokan bir
güç durumuna gelebilecektir. Bunu
önlemek de Devlet’in görevidir.
Öte
yandan, yapılan düzenlemeyle, bir
gerçek ya
da tüzel kişiye
ya da sermaye grubuna bir
radyo-televizyon kuruluşunun tümüne
ya da
birden çok radyo-televizyon
kuruluşuna sahip olabilme olanağının
yaratılmasının yanı sıra, bu kişi
ya da
sermaye grubuna kamu ihalelerine
girme ve menkul kıymetler
borsalarında işlem yapma yasağının
getirilmemesi, medya gücünün
kullanılarak ihalelerde haksız
rekabete, borsada çeşitli işlem
oyunları yapılmasına neden
olabilecektir.
Her ne
kadar, 4756 sayılı Yasa’nın 2.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 4. maddesinin, yayın
ilkelerine yer verilen ikinci
fıkrasında;
“c)
Yayıncılığın, gerek yayın organı,
gerekse hisse sahipleri ve üçüncü
derece dahil olmak üzere üçüncü
dereceye kadar kan ve sihrî
hısımları veya bir başka gerçek ve
tüzel kişinin haksız çıkarları
doğrultusunda kullanılmaması,
j)
Yayıncılığın haksız bir amaç ve
çıkara alet edilmemesi ve haksız
rekabete yol açılmaması,...”
denilerek, medyanın haksız rekabete
neden olabilecek gücü engellenmeye
çalışılmış ise de, bu soyut
anlatımlı ilkelerin, kamu
ihalelerinde yaratılabilecek haksız
rekabeti ve borsa işlemlerinde
oynanacak oyunları engellemesi
olanaksızdır.
Ayrıca,
düzenlemelerin karşıt kavramından,
yayın kuruluşlarının “haklı
çıkarları” destekleyici içerikte
yayın yapabileceği sonucuna
varılmaktadır. Konuya yayın
kuruluşlarının kamu ihalelerine
giren sahipleri yönünden
bakıldığında, bu tür destekleyici
yayınların “haklı çıkarı” savunduğu
kolaylıkla öne sürülebilecektir.
Böylece, kamu hizmetleri
sözkonusu
olduğunda kamu çıkarını ön planda
tutması gereken medyanın bireysel
çıkarlara hizmet edecek ticari
nitelik kazanmasının önündeki tüm
engeller kaldırılmıştır.
Oysa,
günümüzde medya-serbest piyasa
ilişkilerinin demokrasiler için
yozlaştırıcı tehlike ve
tehditlerinden
sözedilmektedir. Ülkemizde
olduğu gibi henüz demokrasisi
yeterince gelişmemiş, sağlam
temellere oturmamış,
özelleştirmesini tamamlayamamış
ülkelerde medya sahiplerinin Devlete
karşı yüklenmeye girememesi yaşamsal
önem taşıyan bir ilke olarak
görülmektedir.
Devletle ticari ilişkilere giren
medya sahiplerinin, siyasal iktidar
lehine yayın yaparak
ya da
tam tersine baskı oluşturarak kamu
ihalelerini alma avantajını
sağlayabileceği kuşkusu, yukarıda
sözü edilen ilkenin korunmasının ne
kadar önemli olduğunu ortaya
koymaktadır.
Serbest
piyasa ekonomisinin en büyük
özelliği rekabet ortamının
yaratılmasıdır. Bir çok radyo ve
televizyon kuruluşuna sahip olan
kişi ya
da sermaye grubuna kamu ihalelerine
girebilme hakkının tanınması bu
özellikle de bağdaşmamaktadır.
Görsel
ve işitsel medyanın kamuoyunu
etkileme gücü, dolayısıyla bu gücün
kötüye kullanılması olasılığının
yüksekliği, Batı’lı ülkelerde medya
sahipliğinin diğer iş alanlarından
ayrılmasına, bu ayrımı sağlayacak
önlemler alınmasına neden olmuştur.
Medya
gücünü kötüye kullanma olasılığı
kamu yararı ve kamu düzeni ile
doğrudan ilgilidir. Devletin bu gücü
dengeleyecek önlemleri alması, kamu
yararı ve düzenini sağlamanın
gereğidir.
3984
sayılı Yasa’nın 29. maddesinin
değişiklikten önceki onuncu
fıkrasında yer verilen özel radyo
ya da
televizyon kuruluşlarında belli
oranın üzerinde pay sahibi olanların
kamu ihalelerine girebilme ve menkul
kıymetler borsalarında işlem
yapabilmesine ilişkin yasağın,
korunması gerekirken tümüyle
kaldırılmış olması, yasaların kamu
yararı amacıyla çıkarılması
gerektiği ilkesiyle
bağdaşmamaktadır.
Bu
nedenlerle, 4756 sayılı Yasa ile
değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın
29. maddesinin (d) ve (e) bentleri,
Anayasa’nın 2. maddesindeki
“demokratik hukuk devleti” ilkesine,
26. maddesindeki “haber alma” ve 28.
maddesindeki “basın” özgürlüklerine
ilişkin kurallara, tekelleşmeyi ve
kartelleşmeyi yasaklayan 167.
maddesine aykırı düşmektedir.
5- 4756
sayılı Yasa’nın 16. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Yasa’nın 33. maddesinin
birinci ve ikinci fıkralarında;
“Üst
Kurul, öngördüğü yükümlülükleri
yerine getirmeyen, izin şartlarını
ihlâl eden, yayın ilkelerine ve bu
Kanunda belirtilen diğer esaslara
aykırı yayın yapan özel radyo ve
televizyon kuruluşlarını uyarır veya
aynı yayın kuşağında açık şekilde
özür dilemesini ister. Bu talebe
uyulmaması veya aykırılığın tekrarı
halinde ihlâle konu olan programın
yayını, bir ilâ
oniki kez arasında
durdurulur. Bu süre içinde programın
yapımcısı ve varsa sunucusu hiçbir
ad altında başka bir program
yapamaz. Yayını durdurulan
programların yerine, aynı yayın
kuşağında ve reklamsız olarak,
ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına
Üst Kurulca hazırlattırılacak
eğitim, kültür, trafik, kadın ve
çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve
ahlakî gelişimi, uyuşturucu ve
zararlı alışkanlıklarla mücadele,
Türk dilinin güzel kullanımı ve
çevre eğitimi konularında programlar
yayınlanır.
Aykırılığın tekrarı halinde;
a)
Ulusal düzeyde yayın yapan
kuruluşlara ihlâlin ağırlığına göre,
yüzyirmibeş
milyar liradan az olmamak kaydıyla
ikiyüzelli
milyar liraya kadar,
b)
Yerel, bölgesel ve kablo ortamından
yayın yapan kuruluşlara;
1.
Kapsadığı yayın alanı itibariyle,
bir milyondan fazla nüfusa ulaşan il
ve ilçelere yayın yapanlara, ihlâlin
ağırlığına göre, altmış milyar
liradan az olmamak kaydıyla yüz
milyar liraya kadar,
2.
Kapsadığı yayın alanı itibariyle,
beşyüz
bin ilâ bir milyon arasında nüfusa
ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara ihlâlin ağırlığına göre,
otuz milyar liradan az olmamak
kaydıyla altmış milyar liraya kadar,
3.
Kapsadığı yayın alanı itibariyle,
ikiyüzelli
bin ilâ beşyüz
bin arasında nüfusa ulaşan il ve
ilçelere yayın yapanlara, ihlâlin
ağırlığına göre, yirmi milyar
liradan az olmamak kaydıyla kırk
milyar liraya kadar,
4.
Kapsadığı yayın alanı itibariyle,
ikiyüzellibinden az nüfusa
ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara, ihlâlin ağırlığına göre,
beş milyar liradan az olmamak
kaydıyla on milyar liraya kadar,
c)
Radyo yayınları için yukarıdaki
miktarların yansı kadar, İdari para
cezası uygulanır.”
denilmektedir.
a-
Maddenin birinci fıkrasında, Üst
Kurul’un, öngördüğü yükümlülükleri
yerine getirmeyen, izin koşullarına
uymayan, yayın ilkelerine ve bu
Yasa’da belirtilen diğer esaslara
aykırı yayın yapan özel radyo ve
televizyon kuruluşlarını uyaracağı
ya da
aynı yayın kuşağında açık biçimde
özür dilemesini isteyeceği; bu
isteme uyulmaması
ya da
aykırılığın yinelenmesi durumunda
ilgili programın yayınının bir ile
oniki
kez arasında durdurulacağı; bu süre
içinde programın yapımcısı ve varsa
sunucusunun hiçbir ad altında başka
program yapamayacağı kurala
bağlanmıştır.
Bu
düzenlemede, uyarının içeriği
konusunda bir açıklığa, özür dileme
konusunun ayrıntılarına yer
verilmemiştir. Bu belirsizlik,
uygulanan yaptırımın onur kırıcı ve
teşhir edici bir özellik taşımasına
neden olabilecektir.
Fıkraya
göre, Üst Kurul’un özür istemine
uyulmaması durumunda programın
yayını bir ile
oniki kez arasında
durdurulabileceği gibi, bu süre
içinde programın yapımcı ve sunucusu
hiçbir ad altında başka program
yapamayacaktır. Katkısı,
başkalarınca hazırlanmış bir
programı sunmaktan ibaret olan
sunucu hakkında böyle bir yaptırım
öngörülmesi haksız uygulamalara yol
açacak niteliktedir.
Bu
düzenlemelerle, idari nitelikteki
Üst Kurul’a basın ve haber alma
özgürlüğünü sınırlayıcı yetkiler
verilmekte, yargı alanına giren
konularda yönetim yetkili
kılınmaktadır.
Yönetimin, düzenleme ve denetleme
alanındaki konularda, kamu düzeni,
genel güvenlik, kamu yararı, genel
ahlak, genel sağlık, ekonomik ve
sosyal ilişkilerin düzenli
yürütülmesini sağlama gibi amaçlarla
idari para cezası uygulama
ya da
kişi özgürlüğünü kısıtlayıcı
yaptırımlar dışında çeşitli yasaklar
koyma yetkisine sahip olmasında
hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Ancak,
düşünceyi açıklama ve yayma, basın
ve haber alma gibi temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması söz
konusu olduğunda, yönetime tanınacak
yetkinin, Anayasa’da bu kavramlara
verilen değerler çerçevesinde
belirlenmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın 26. maddesinin üçüncü
fıkrasında, “Haber ve düşünceleri
yayma araçlarının kullanılmasına
ilişkin düzenleyici hükümler,
bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve
yayma hürriyetinin sınırlanması
sayılmaz”; 28. maddesinin ikinci
fıkrasında da, “Devlet, basın ve
haber alma hürriyetlerini sağlayacak
tedbirleri alır” denilmektedir.
Aynı
doğrultudaki kural, tüm özgürlükler
için Anayasa’nın 5. maddesinde yer
almaktadır. Maddede, Devlet’in temel
amaç ve görevinin, kişinin temel hak
ve özgürlüklerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak biçimde sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi
ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli koşulları hazırlamaya
çalışmak olduğu belirtilmiştir.
Ayrıca,
Anayasa’nın 29. maddesinin üçüncü
fıkrasında, yasada, haber, düşünce
ve kanaatlerin özgürce
yayımlanmasını engelleyici
ya da
zorlaştırıcı koşullar
konulamayacağı; 30. maddesinde de,
basın işletmelerinin, Devlet
bütünlüğüne yönelik kimi suçlar
dışında işletilmekten
alıkonulamayacağı öngörülmektedir.
Bu
kurallar, genelde yazılı basına
yönelik olmakla birlikte, amaç
düşünceyi yayma ve haber alma
özgürlüklerinin güvence altına
alınması olduğuna göre, aynı
ilkelerin görsel ve işitsel medya
yönünden de geçerli olması ve
yönetime, bu araçların
kullanılmasını engellemeye varan
nitelikte önlemler alma yetkisi
verilmesinden olabildiğince
kaçınılması gerekmektedir.
Bu
nedenle, Yasa’nın 16. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın
16. maddesinin birinci fıkrası,
bu anayasal kurallarla
bağdaşmayan düzenlemeler
içermektedir.
Ayrıca,
anılan fıkra düzenlemesinde
öngörülen yaptırımlarla eylemle
önlem arasında bulunması gereken
adil denge bozulmuş, yaptırım bir
baskı öğesi durumuna getirilmiştir.
Üstelik, bu yaptırımlar yönetsel bir
Üst Kurul’un takdirine bırakılmıştır
ki, bu sonuca yol açan düzenlemeleri
Anayasa’nın 2. maddesindeki “hukuk
devleti”, 13. maddesindeki
“demokratik toplum düzeninin
gerekleri” ve “ölçülülük”
ilkeleriyle bağdaştırmak da
olanaksızdır.
b-
Maddenin ikinci fıkrasında,
aykırılığın yinelenmesi durumunda
uygulanmak üzere idari para cezaları
öngörülmüştür.
Fıkraya
göre, ulusal düzeyde yayın yapan
kuruluşlara 125-250 milyar lira
arasında, bölgesel, yerel
ya da
kablo ortamından yayın yapan
kuruluşlara, kapsadığı yayın
alanındaki il ve ilçe nüfusuna göre
60-100, 30-60, 20-40 ve 5-10 milyar
lira arasında idari para cezası
uygulanabilecektir. Radyo yayınları
için uygulanacak para cezaları, bu
tutarların yarısı kadar olacaktır.
Bu
fıkrada öngörülen idari para
cezalarının tutarlarının çok yüksek
olduğu açıktır. Para cezaları, basın
ve yayın dışında bir gelir desteğine
sahip olmayan ulusal ve özellikle
yerel ve bölgesel televizyon, radyo
ve basın kuruluşları için amaç-araç
orantısını gözetmeyen boyuttadır.
Cezaların caydırıcı nitelikte
olması; ancak, basın ve yayın
kuruluşlarının yaşam şansını
ellerinden almaması gerekmektedir.
Söz
konusu fıkra ile getirilen para
cezalarının, Anayasa’nın 26.
maddesinde yer verilen haber alma
özgürlüğü ve 28. maddesinde sözü
edilen basın özgürlüğü yönünden son
derece ağır nitelik taşıdığı ve bu
maddelerle bağdaşmadığı kuşkusuzdur.
Anayasa’nın 13. maddesinde, temel
hak ve özgürlüklerle ilgili
sınırlamaların “demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve “ölçülülük
ilkesi”ne aykırı olamayacağı
belirtilmiştir.
Buna
göre, hak ve özgürlükler, ancak
demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun olarak
sınırlandırılabilir. Demokratik
hukuk devletinde, güdülen amaç ne
olursa olsun, sınırlamalar
özgürlüğün kullanılmasını ölçüsüz
biçimde ortadan kaldıracak düzeyde
olamaz.
Anayasa
Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında
da belirtildiği gibi, bir sınırlama
kuralının demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun
olabilmesi için “ölçülülük”
ilkesinin gözetilmesi, amaç ve
sınırlama “orantısının” korunması
gerekmektedir.
Ölçülülük ilkesi, yasal düzenlemede
sınırlama aracının, sınırlama
amacına ulaşmaya elverişli olmasını,
sınırlama aracıyla amacı arasındaki
oranın ölçüsüz olmamasını
anlatmaktadır.
Anılan
fıkra ile getirilen, ulusal,
bölgesel ve yerel çerçevede hizmet
veren bir çok görsel, işitsel
ya da
yazılı medya kuruluşunun kapanmasına
neden olacak tutarlardaki para
cezalarını, haklı bir nedene
dayandırmak, Anayasa’nın 13.
maddesindeki “demokratik toplum
düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük”
ilkesiyle bağdaştırmak olanaklı
değildir.
Bu
nedenlerle, maddenin ikinci fıkrası,
Anayasa’nın 26., 28. ve 13.
maddelerine aykırılık
oluşturmaktadır.
6-
4756 sayılı Yasa’nın 20.
maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Basın Yasası’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasının ikinci
ve dördüncü tümcelerinde;
“Tazminat talebinin haklı görülmesi
halinde tazminat miktarı on milyar
liradan az olmamak üzere fiilin
ağırlık derecesine göre
belirlenir.”,
“Bu
maddeye göre açılacak manevi
tazminat davalarında hâkim tensip
kararı ile birlikte bilirkişiyi de
tayin eder ve davayı en geç altı ay
içinde karara bağlar.”
denilmektedir.
a-
Fıkranın ikinci tümcesi, tazminatın
alt sınırının yasada belirlenmiş
olması nedeniyle ve yukarıda (l/b),
(3/a), (3/b), ve (5/b) bölümlerinde
açıklanan gerekçelerle, Anayasa’nın
2. maddesindeki “hukuk devleti”
ilkesine, 26. maddesindeki “haber
alma” ve 28. maddesindeki “basın”
özgürlüklerine ilişkin kurallara,
13. maddesindeki “demokratik toplum
düzeninin gerekleri”ne ve “ölçülülük
ilkesi”ne,
b-
Fıkranın, tazminat davalarında
bilirkişiye başvurulmasını zorunlu
kılan dördüncü tümcesi de, yukarıda
(3/b) bölümünde açıklanan
gerekçelerle Anayasa’nın 2.
maddesindeki “hukuk devleti”
ilkesine ve 141. maddesindeki
“davaların en az giderle
sonuçlandırılacağı” yolundaki
ilkeye,
aykırılık oluşturmaktadır.
7-
4756 sayılı Yasa’nın 22.
maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Basın Yasası’nın 20.
maddesinde;
“4 üncü
maddenin birinci ve ikinci
fıkralarında yazılı hususları
göstermeyen sorumlular on milyar
liradan elli milyar liraya kadar
ağır para cezası ile cezalandırılır.
Bu
hususları gerçeğe aykırı şekilde
gösterenler ile sorumluların
belirlenmesini veya mahkeme
kararlarının uygulanmasını
güçleştirecek şekilde değiştirenler,
otuz milyar liradan doksan milyar
liraya kadar ağır para cezasına
mahkûm edilirler. Verilen para
cezası ertelenemez.”
denilmektedir.
Söz
konusu kural, içerdiği para cezaları
tutarlarının çok yüksek olması
nedeniyle ve yukarıda (l/b), (3/a)
ve (5/b) bölümlerinde açıklanan
gerekçelerle, Anayasa’nın 26.
maddesindeki “haber alma” ve 28.
maddesindeki “basın” özgürlüklerine
ilişkin kurallar, 13. maddesindeki
“demokratik toplum düzeninin
gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” ile
bağdaşmamaktadır.
8- 4756
sayılı Yasa’nın 25. maddesinde;
“5680
sayılı Kanunun 21 inci maddesinin
birinci fıkrasındaki ‘onbin
liradan otuzbin
liraya’ ibaresi, ‘on milyar liradan
otuz milyar liraya’, ikinci
fıkrasındaki ‘yirmibin
liradan
altmışbin liraya’ ibaresi
‘yirmi milyar liradan altmış milyar
liraya’; 22 nci
maddesinde geçen ‘yirmibin
liradan ellibin
liraya’ ibaresi, ‘yirmi milyar
liradan yüz milyar liraya’; 23 üncü
maddesindeki ‘100 liradan 500
liraya’ ibaresi ‘on milyar liradan
elli milyar liraya’; 24 üncü
maddesindeki ‘yirmibin
liradan ellibin
liraya’ ibaresi ‘otuz milyar liradan
yüz milyar liraya’; 25 inci
maddesindeki ‘yüzellibin
liradan’ ibaresi ‘onbeş
milyar liradan’; 26
ncı
maddesindeki ‘yirmibin
liradan ellibin
liraya’ ibaresi ‘elli milyar liradan
yüz milyar liraya’; 28 inci
maddesindeki ‘yirmibin
liradan ellibin
liraya’ ibaresi ‘yirmi milyar
liradan yüz milyar liraya’; 30 uncu
maddesindeki ‘l 000 liradan 10 000
liraya’ ibaresi ‘yirmi milyar
liradan yüz milyar liraya’; 31 inci
maddesindeki ‘ellibin
liradan yüzbin
liraya’ ibaresi ‘elli milyar liradan
yüz milyar liraya’; 32
nci
maddesindeki ‘100 liradan l 000
liraya’ ibaresi ‘beş milyar liradan
yirmi milyar liraya’; 33 üncü
maddesindeki ‘on milyon liradan otuz
milyon liraya’ ibaresi ‘on milyar
liradan otuz milyar liraya’; 34 üncü
maddesindeki ‘l 000 liradan 10 000
liraya’ ibaresi ‘bir milyar liradan
on milyar liraya’ şeklinde
değiştirilmiştir.”
denilerek, Basın Yasası’na aykırı
davranışlar nedeniyle bu Yasa’nın
değişik maddelerinde öngörülen para
cezaları çok yüksek oranlarda
artırılmış ve ödenemez duruma
getirilmiştir.
4756
sayılı Yasa değişikliğinden önce,
Basın Yasası’ndaki para cezalarının
hiçbir yaptırım gücünün kalmadığı
bir gerçektir. Ancak, yapılan
değişiklikle cezaların çok büyük
oranlarda yükseltilerek ödenemez
duruma getirilmesi de hukuken
savunulamaz. Örneğin, iki gazeteyi
gününde cumhuriyet savcılığına
ve/veya mülki amirliğe teslim
etmeyen “tâbi”ye
yüz milyar liraya kadar ağır para
cezası öngörülmüştür.
647
sayılı Yasa’nın 5. maddesine göre,
para cezalarının tutarı suçlunun
mali durumu, aile sorumluluğu,
uğraşısı ve mesleği, yaş ve sağlık
durumu, cezanın sosyal etkisi ve
uyarma amacı gibi hususlar
gözönünde
tutularak saptanmaktadır. Para
cezasının belirlenmesi konusunda bu
kuralla
yasakoyucunun yargıdan
beklediği duyarlılığı, cezaların alt
ve üst sınırlarını belirlerken
kendisinin de göstermesi
gerekmektedir.
Hukukumuzda, hiçbir dönemde bu tür
suçlar için böylesine ağır para
cezaları öngörülmemiştir. Demokratik
bir toplumda, basına ilişkin kimi
biçimsel yükümlülüklerin yerine
getirilmemesi
ya da yerine getirilmekte
gecikilmesi basın kuruluşunun
yayından çekilmesi sonucunu
doğuracak yaptırımlarla
karşılanmamalıdır.
Basın
Yasası’nda yapılan bu değişiklikler,
öngörülen para cezaları nedeniyle
haber, düşünce ve kanaatlerin
özgürce yayımlanmasını ve basın
işletmelerinin yaşamını sürdürmesini
engelleyecektir. Bu cezalarla, basın
sektörünün krize sürüklenmesi ve
sermaye birikimleri sınırlı
gazetelerin yayın yaşamından
çekilmesi, böylece basında
tekelleşmenin gerçekleşmesi
kaçınılmaz olacaktır.
Bu
nedenlerle ve yukarıda (l/b), (3/a)
ve (5/b) bölümlerinde açıklanan
gerekçelerle, 4756 sayılı Yasa’nın
25. maddesi, Anayasa’nın 26.
maddesindeki “haber alma” ve 28.
maddesindeki “basın” özgürlüklerine
ilişkin kurallara, 13. maddesindeki
“demokratik toplum düzeninin
gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi”ne
aykırı düşmektedir.
- SONUÇ
: Yukarıda açıklanan gerekçelerle,
15.05.2002 günlü, 4756 sayılı “Radyo
ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun, Basın
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile
Kurumlar Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un;
1-
2. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 4. maddesinin
ikinci fıkrasının,
- (k)
bendindeki “...veya korku
salacak...”,
- (v)
bendindeki “...karamsarlık,
umutsuzluk...”,
sözcüklerinin, Anayasa’nın 26., 28.
ve 38. maddelerine,
2-
3. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 6. maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendi
ile geçici 4. maddesinin
yukarıda belirtilen bölümünün,
Anayasa’nın 87. maddesine,
3- 12.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 28. maddesinin sekizinci
fıkrasının, Anayasa’nın 2. ve 141.
maddelerine,
4- 13.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 29. maddesinin (d) ve (e)
bentlerinin, Anayasa’nın 2., 26.,
28. ve 167. maddelerine,
5- 16.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 33. maddesinin,
-
Birinci fıkrasının, Anayasa’nın 2.,
5., 26., 28., 13., 29. ve 30.
maddelerine,
-
İkinci fıkrasının, Anayasa’nın 26.,
28. ve 13. maddelerine,
6- 20.
maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı
Yasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının,
-
İkinci tümcesinin, Anayasa’nın 26.,
28. ve 13. maddelerine,
-
Dördüncü tümcesinin, Anayasa’nın 2.
ve 141. maddelerine,
7-
22. maddesiyle değiştirilen
5680 sayılı Yasa’nın 20.
maddesinin, Anayasa’nın 26., 28. ve
13. maddelerine,
8- 25.
maddesinin, Anayasa’nın 26., 28. ve
13. maddelerine, aykırı olmaları
nedeniyle iptal edilmelerine,
Uygulanmaları durumunda doğacak
giderilmesi güç
ya da olanaksız hukuksal
sonuçlar ve kamusal zararlar
gözönünde
bulundurularak söz konusu kuralların
yürürlüklerinin durdurulmasına,
Karar
verilmesini
arzederim.”;
İptal ve
yürürlüğün durdurulması istemlerini
içeren, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Üyeleri Yasin HATİPOĞLU, Mehmet Ali
ŞAHİN, Salih KAPUSUZ, Mustafa
KAMALAK ve Uluç
GÜRKAN ile birlikte 119 Milletvekili
tarafından verilen 23.5.2002 günlü
dava dilekçesinin gerekçe bölümü
şöyledir:
“I-
15.5.2002 tarih ve 4756 sayılı Kanun
21.5.2002 tarih ve 24761 sayılı
Resmi Gazete’de yayınlanarak
yürürlüğe girmiştir. Ancak anılan
Kanun’un;
a) 2,
3, 5, 7, 8, 10, 12, 13, 16, 17, 18
ve 19. maddelerinin bir kısım
hükümleri ile,
b)
Geçici 4. maddesi Anayasa’ya açıkça
aykırıdır. Şöyle ki:
1)
Yasa’nın 2. Maddesi, Anayasa’nın 2.
Maddesine Aykırıdır.
Anayasa’nın 2. maddesine göre
Türkiye Cumhuriyeti bir “Hukuk
Devleti”dir.
Hukuk
Devleti’nde asıl olan
hürriyetlerdir; yasaklar ancak
kanunla belirlenir. Yasakların
kanunla belirlenmiş sayılabilmesi
için “kanun” çıkarmak şart ise de
yeterli değildir, Kanun’un aynı
zamanda açık, net (saydam) ve kesin
olması da gerekir. Açık olmayan,
elastikî kavramlar içeren kanunlar
vatandaşları korumanın değil, tam
aksine, vatandaşları cezalandırmanın
bir aracı olabilir.
4756
sayılı Kanun’un 2. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un 4.
maddesinin;
a) (k)
bendinin “korku salacak yayın”
bölümü ile,
b)
(v) bendinin “yayınların
karamsarlık, umutsuzluk ...
eğilimlerini körükleyici ...
nitelikte olmaması” bölümü
yayın ilkeleri arasında sayılmış
olmalarına rağmen, “sınırları belli
olmayan” muğlak ifadelerdir.
Oysa,
“yayın ilkelerinin” asıl amacı
toplumda ifadelerin çoğulculuğunu
korumak olmalıdır. Avrupa Sınır
Ötesi Sözleşmesi’nde yayın ilkeleri,
“muğlaklığa yer vermemek” ve “temel
kural özgürlük, kısıtlama istisna”
kurallarına uygunluğu sağlamak üzere
sınırlıdır.
2)
Yasa’nın 3. Maddesi ile Değiştirilen
3984 Sayılı Kanun’un 6. Maddesinin
Birinci Fıkrasının (b), (c) ve (d)
bentleri Anayasa’nın Başlangıç
Kısmının “4. fıkrası” ile 2. ve
133/II Maddesine Aykırıdır:
4676
sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 3984
sayılı Kanun’un Üst Kurul üyelerinin
seçimine ve görev süresine ilişkin
6. maddesi değiştirilmiştir.
Yeni 6.
maddenin 1. fıkrasına göre;
“Üst
Kurul, en az dört yıllık yüksek
öğrenim görmüş, meslekleriyle ilgili
konularda kamu veya özel
kuruluşlarda en az on yıl görev
yapmış, mesleki açıdan yeterli
bilgiye, deneyime ve Devlet memuru
olma niteliğine sahip, otuz yaşını
doldurmuş kişiler arasından;
a)
Siyasi parti gruplarınca, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanı oluşum formülüne
göre belirlenecek kontenjan
doğrultusunda gösterilecek ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca seçilecek beş,
b)Yükseköğretim Kurumu Genel
Kurulunun, Kurul üyesi olmayan
elektrik-elektronik, iletişim,
kültür-sanat ve basın-yayın
dallarından göstereceği dört aday
arasından Bakanlar Kurulunca
seçilecek iki.
c) En
çok sarı basın kartı sahibi üyesi
bulunan iki gazeteciler cemiyeti ile
Basın Konseyinin ortaklaşa
göstereceği iki aday arasından
Bakanlar Kurulunca seçilecek bir.
d)
Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğinin kamu görevlileri
arasından göstereceği iki aday
arasından Bakanlar Kurulunca
seçilecek bir,
kişiden olmak üzere 9 üyeden
oluşur.
Halbuki
eskiden Üst Kurul’un dokuz üyesinin
tamamını, Milli iradenin temerküz
ettiği yer olan TBMM Genel Kurulu
seçiyordu.
Yeni
düzenleme ile, dokuz üyeden dördünün
seçimi, son tahlilde, Bakanlar
Kurulu’na bırakılmaktadır.
TBMM
tarafından seçilecek beş üyenin en
az üçü de iktidar partisi veya
partilerince seçilecektir. Bu üç
üyeyi şeklen ve resmen TBMM Genel
Kurulu seçse de, adayları tek
tek
belirleyen, dolayısıyla “gerçek
seçimi yapan” Başbakan ve
yardımcıları alacaktır.
Bu
şekilde yapılan bir düzenleme,
“Yasama Organı”nın bir kısım
yetkilerinin, “Yürütme Organına
aktarılması” anlamına gelmektedir.
Sonuç
itibariyle;
a) Üst
Kurul’un dokuz üyesinden yedisini
Bakanlar Kurulu belirlemiş
olacaktır. 4756 sayılı Yasa’nın 5.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Kanun’un 9. maddesi son fıkrasına
göre de “üst Kurul, Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu’nun
denetimine tabi” olacaktır. Yani Üst
Kurul, bütünüyle “Yürütme Organı”nın
kontrolünde olacaktır.
Bütünüyle Yürütme Organının
kontrolünde olan bir Üst Kurul’un
“özerkliği”nden ve “yayınlarının
tarafsızlığından bahsedilemez.
Kısaca
Üst Kurul’un yeni oluşum biçimi,
Anayasa’nın 133/II. maddesine açıkça
aykırıdır.
b) Üst
Kurul’un yeni oluşum biçimi
Anayasa’nın Başlangıç kısmının
dördüncü fıkrasında ifadesini bulan
kuvvetler ayrılığı ilkesini
(yasama-yürütme dengesini) Yürütme
Organının lehine (Yasama Organı’nın
aleyhine) olmak üzere bozmuştur. Bu
sebeple Üst Kurul’un oluşumunu
düzenleyen (b), (c) ve (d) bentleri
Anayasa’nın Başlangıç kısmının
dördüncü fıkrasına aykırı
düşmektedir.
c) Üst
Kurul’un yeni oluşum biçimi, dört
üyenin seçiminin Bakanlar Kurulu’na
devredilmesi sebebiyle,
“iktidar-muhalefet” dengesini
iktidarın lehine (muhalefetin
aleyhine) olmak üzere bozmuştur.
Bu
sebeple Üst Kurulun yeni oluşum
biçimi, Anayasa’nın “Demokratik
Devlet” ilkesine aykırı düşmektedir.
Çünkü
bu düzenleme, muhalefetin aleyhine
olarak, iktidarı kollamaktadır.
Halbuki “demokratik rejim”lerde asıl
olan muhalefettir Zira iktidar her
rejimde vardır, muhalefet ise sadece
demokratik rejimlerde vardır.
3)
Yasa’nın 5. Maddesi Anayasa’nın
133/II. Maddesine Aykırıdır:
Yasa’nın 5. maddesiyle, 3984 sayılı
Kanun’un 9. maddesi
değiştirilmiştir. 3984 sayılı
Kanun’un değişik 9. maddesinin son
fıkrasına göre,
“Üst
Kurul, Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu’nun denetimine tabidir.”
RTÜK’ün
denetiminin, bağımsızlığı bulunmayan
örgütsel yapısı, amaç ve yöntemleri
itibarıyla doğrudan Başbakana bağlı
(bağımsızlığı olmayan) bir kurula
verilmesi, Üst Kurulun özerk ve
tarafsız bir kamu tüzel kişisi
statüsünde örgütlenmesi gereği ile
çelişmektedir,
RTÜK’ü siyasi iktidarın
denetimine sokan bu düzenleme
Anayasa’nın 133/II. maddesine açıkça
aykırı düşer.
4)
Yasa’nın 7. Maddesi Anayasa’nın 2.
Maddesine Aykırıdır:
4756
sayılı Kanun’un 7. maddesiyle, 3984
sayılı Kanun’un 12. maddesi
değiştirilmiştir.
Üst
Kurul’un “gelirleri”ni düzenleyen
12. maddenin (d) bendi Anayasa’nın
2. maddesine, “Hukuk Devleti
ilkesine” aykırıdır.
Çünkü
(d) bendine göre, Üst Kurul’un, 33.
madde uyarınca, özel radyo ve
televizyon kuruluşlarına kestiği
cezalar “Üst Kurul’un gelirleri”
arasında yer alacaktır.
33.
maddeye göre ise Üst Kurul’un, özel
radyo ve televizyon kuruluşlarına
250 milyar liraya kadar idari para
cezası verme yetkisi vardır. Üstelik
bu miktarlar her yıl Maliye
Bakanlığı’nca ilan edilecek “yeniden
değerleme oranı”nda artırılacaktır.
Bu
durumda, Üst Kurul’u kendisine gelir
sağlamak amacıyla ceza kesmeye, yani
keyfi davranmaya itebilir.
Hukuk
Devletinde ise keyfiliğe yer
verilemez. Veriliyorsa, o devlet
Hukuk Devleti olamaz.
5)
Yasa’nın 8. Maddesi Anayasa’nın 2.
Maddesine Aykırıdır:
4756
sayılı Kanun’un 8. maddesiyle, 3984
sayılı Kanun’un 13. maddesi
değiştirilmiştir.
3984
sayılı Kanun’un 13. maddesi “gelir
ve cezaların tahsil” biçimini
düzenlemektedir.
13.
maddenin 1. fıkrasında yer alan;
“33
üncü maddede belirtilen
idari para cezaları da
cezaların tahakkukunu müteakip
ilgili yayın kuruluşları tarafından
ödenir.”
diyen
bölüm, özellikle “müteakip” kavramı
sebebiyle, belirsiz olduğu ve
keyfiliğe sebep olacağı için
Anayasa’nın 2. maddesine, “Hukuk
Devleti” ilkesine aykırıdır.
Gerçekten dava konusu kurala göre
idari para cezaları cezaların
tahakkukunu “müteakip” ilgili yayın
kuruluşları tarafından ödenecektir.
Buradaki “müteakip” sözcüğü ne
kadarlık
bir süreyi ifade etmektedir? “Hemen”mi
Bir “saat” sonra mı? Bir “hafta”
veya bir “ay” içinde mi? Yoksa daha
sonra mı?
6) 4756
Sayılı Yasa’nın 10. ve 18. Maddeleri
Anayasa’nın 2. ve 133/II.
Maddelerine Aykırıdır:
Yasanın
10. ve 18. maddeleri, aralarında
sıkı bir ilişki bulunduğu için,
birlikte incelemeye alınmıştır.
4756
sayılı Kanun’un 18. maddesiyle 3984
sayılı “Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanun”un 8. maddesinin (a) bendi
yürürlükten kaldırılmış, 10.
maddesiyle de, buna paralel olarak,
24. maddesinde değişiklik yapılmış
ve diğer maddeler yeni duruma göre
yeniden düzenlenmiştir.
Yürürlükten kaldırılan 8. maddenin
(a) bendi, “ulusal ve bölgesel
frekans planlamalarını yaptırmayı”
Üst Kurulun görev ve yetkileri
arasında saymaktadır. Madde
değişikliği ile bu görev Üst
Kuruldan alınmakta ve tasarının 24.
maddesiyle “Telekomünikasyon Kurulu”
ile “Haberleşme Yüksek Kurulu’na”
bırakılmaktadır.
3984
sayılı Kanun’un 8. maddesi,
“görsel-işitsel iletişim alanında
temel teknik düzenleme ve buna bağlı
olarak gerekli izinleri verme ve
bunları denetleme” görevini bir
bütün olarak “özerk ve tarafsız bir
kamu tüzel kişiliği” olarak
örgütlenmesi gereken Radyo ve
Televizyon Üst Kuruluna vermiştir.
Buna göre, Üst Kurul frekans
planlaması yapmak, başvuran
kuruluşlara yayın izni ve lisansı
vermek ve bu frekansların bir
kısmını TRT Kurumuna tahsis etmek ve
aynı alanda diğer izinleri vermek ve
bunları denetlemekle görevlidir.
Kanun’un bu maddesinde yapılan
değişiklikle frekans planlamaları ve
TV kanal ve radyo frekanslarının ne
kadarının hangi takvime göre ihaleye
çıkarılacağını belirleme yetkisi
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ndan
alınıp, Başbakanın ve
görevlendireceği bir Devlet
Bakanının başkanlığında İçişleri ve
Ulaştırma Bakanları ile Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ve
Genelkurmay Muhabere Elektronik
Başkanından oluşan siyasi iktidarın
etkisindeki bir kurula
verilmektedir. Dolayısıyla frekans
planlamaları ile ihale takvim ve
miktarının belirlenmesi “özerk ve
tarafsız kuruluş” yerine doğrudan
doğruya yürütme organının etkisi
altında yapılması, siyasi ve başka
etkilerden uzak kalmama tehlikesini
içermektedir,
Bu
kurulun “bağımsız bir idari otorite”
olmadığı açıktır. Bir kurulun veya
kurumun bağımsız olması için
üyelerinin statüsünün bunu sağlamaya
elverişli olması, sadece siyasi
iktidardan gelen baskılara karşı
değil, başka otoritelerden ve özel
çıkarlardan gelenlere karşı da
koruma altında olmaları gerekir.
Frekans planlamaları, yayın izni
kadar hassas bir konudur. Çünkü
gündemde olan değişik çıkarlar çok
büyüktür. Böylesi tehlikeleri
önlemek, görsel ve işitsel iletişim
özgürlüğünün tanınması ve korunması
amacıyla 3984 sayılı Kanun “görsel
ve işitsel iletişimde temel teknik
düzenleme ve buna bağlı olarak
gerekli izinleri verme ve bunları
denetleme” görevini bir bütün ve
birinci görev olarak Üst Kurula
vermiştir.
Üst
Kurul 3984 sayılı Kanun’un verdiği
yetkiye dayanarak ilgili
yönetmelikleri çıkartmış, konunun
uzmanları ve üniversitelerle
işbirliği yaparak frekans
planlamalarını hızlı bir biçimde
1995/Temmuz ayında tamamlamıştır.
Ancak, Üst Kurula dışarıdan yapılan
çeşitli müdahaleler sonucu frekans
planlamaları uygulamaya
konulamamıştır. Bu durum Üst Kurul
üyeleri tarafından kamuoyu önünde
açıkça ifade edilmiştir. Kanundaki
madde değişikliğiyle yeniden başa
dönülmüş, yukarıda belirtilen önemli
sakıncalar da beraberinde
getirilmiştir.
Özet
olarak ifade edelim ki 4756 sayılı
Yasa’nın, 10. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın
24. maddesinin (1.), (2.) ve (3.)
fıkraları ile, aynı (4756 sayılı)
Yasa’nın 18. maddesinin, 3984 sayılı
Yasanın 8. maddesinin (a) bendini
yürürlükten kaldıran hükmü,
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan “Demokratik Devlet” ilkesine
ve 133/II. Maddesine açıkça
aykırıdır.
Çünkü
“demokratik”, “özerk” ve “tarafsız”
olması gereken bir kurum, dava
konusu edilen bu hükümler ile,
tamamen siyasi iktidarın kontrolüne
bırakılmaktadır.
7)
Yasanın 12. Maddesi, Anayasa’nın 2.
ve 141. Maddelerine Aykırıdır:
4756
Sayılı Yasa’nın 12. maddesiyle 3984
sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Yasa’nın 28. maddesinin altıncı ve
sekizinci fıkraları değiştirilmiş ve
maddeye yeni bir fıkra eklenmiştir.
Altıncı
fıkrada öngörülen para cezası tutarı
yüksek olduğu gibi üç aya kadar
gelir getirici yayın yapma yasağının
uygulanması durumunda bir çok radyo
ve televizyon kuruluşu altından
kalkılamaz ekonomik sorunlarla
karşılaşacak ve yayınına son vermek
durumunda kalacaktır. Ayrıca, Üst
Kurulun taktirine bırakılan ceza
alanının genişliği uygulamada, yorum
ve değerlendirme farklılıklarına
dayalı olarak eşitsizlik ve çelişki
yaratacak, keyfiliğe neden
olabilecektir.
Bu
durum, sınırlama
ya da
hakkın kullanımına olası müdahale
bağlamında demokratik bir toplum
gereklerine uygunluk ölçütü
taşımamaktadır. Bu nedenle, altıncı
fıkra değişikliği Anayasa’nın 2, 5,
13. maddelerine aykırıdır.
Değişik
8. fıkra ile de kişilik haklarına
saldırıda bulunulduğu iddiasındaki
gerçek ve tüzel kişilere tazminat
davası açma hakkı tanınmakta ancak
hüküm altına alınacak tazminatın alt
sınırı yasa ile belirlenmekte ve
böylece yargıcın takdir hakkı
sınırlandırılmaktadır. Bu durum,
sorumluluk konusunu düzenleyen
hukukun temel kuralları ile
bağdaşmamaktadır. Diğer yandan
yapılan değişiklikle tazminat
davalarında hakime bilirkişi atama
zorunluluğu getirilmektedir.
Bilindiği gibi hukukumuzda
bilirkişilerin görüşü yargıçları
bağlamamaktadır. Böyle bir uygulama
ayrıca yargı giderlerini de
artıracaktır.
Yukarda
zikredilen sebeplerle 8. fıkra ile
getirilen düzenleme Anayasa’nın 2.
maddesindeki “Hukuk Devleti”
ilkesiyle bağdaşmadığı gibi, yine
Anayasa’nın 141. maddesinin son
fıkrasına da aykırıdır.
8)
Yasa’nın 13. Maddesi, Anayasa’nın
2., 26., 28. ve 167. Maddelerine
Aykırıdır:
3984
sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki
Kanun’un 29. maddesi, 4756 sayılı
Yasa’nın 13. maddesiyle değişikliğe
uğramıştır.
Maddenin değiştirilmeden önceki
metninde:
Aynı
özel radyo ve televizyon kuruluşunda
bir ile üçüncü dereceye kadar
(dahil) kan ve sihri hısımların aynı
zamanda pay sahibi olamayacakları,
bir hissedarın, bir kuruluştaki pay
tutarının, ödenmiş sermayenin
%20’sinden ve birden fazla kuruluşta
pay sahibi olanların bu
kuruluşlardaki tüm paylarının
toplamının da %20’den fazla
olamayacağı; bu kuralın, hissedarın
bir ile üçüncü dereceye kadar
(dahil) kan ve sihri hısımları
içinde uygulanacağı, belirli bir
özel radyo ve televizyon kuruluşunda
%10’dan fazla payı olanların
Devletten, diğer kamu tüzel
kişilerinden ve bunların doğrudan
ya da
dolaylı olarak katıldıkları teşebbüs
ve ortaklıklardan herhangi bir
taahhüt işini doğaldan doğruya
ya da
dolaylı olarak kabul
edemiyecekleri
ve menkul kıymetler borsalarında
işlem yapamayacakları kurala
bağlanmıştı.
Yapılan
değişiklikle:
- Bir
gerçek ya
da tüzel kişi
ya da sermaye grubu, bir
ya da
birden fazla televizyon
ya da
radyo kuruluşunun tümüne
ya da
bir kısmına sahip olabilecek,
-
Televizyon ya
da radyo kuruluşu sahipleri kamu
ihalelerine girebilecek ve menkul
kıymetler borsalarında işlem
yapabilecektir.
Bu
durum;
-
Televizyon ve radyo alanında
tekelleşmeye ve kartelleşmeye yol
açacak,
-
Tekelleşen veya kartelleşen medya,
bir yandan ekonomik alanda haksızlık
yaratabilecek bir güce ulaşacak,
diğer yandan ise haber alma
özgürlüğünü kısıtlayabilecektir.
-
Ayrıca medya gücünün
kullanılarak ihalelerde haksız
rekabete yol açılabileceği
gibi, borsada çeşitli işlem
oyunları yapılmasına neden
olunabilecektir.
Bu
nedenlerle 3984 sayılı Yasanın 29.
maddesinde yapılan değişiklikler,
Anayasa’nın 2, 26, 28 ve 167.
maddelerine aykırıdır.
9) 4756
Sayılı Kanun’un 14. maddesiyle 3984
sayılı Yasanın 31. maddesinde
yapılan değişiklik de Anayasa’ya
aykırı bulunmaktadır.
Değişik
31. maddenin ikinci fıkrasında, her
türlü teknolojiyle ve her türlü
iletişim ortamında yapılacak yayın
ve hizmetlerin usul ve esaslarının
üst kurul tarafından
tesbit
edileceği düzenlenmekte ise de, bu
tesbit,
üst kurulun dışında belirlenen
strateji çerçevesinde olmakta ve
haberleşme yüksek kurulunun onayına
sunulmaktadır.
Televizyon ve radyo yayın ve
hizmetlerinin usul ve esaslarıyla
ilgili doğrudan iletişim özgürlüğünü
ilgilendiren bir konuda strateji
çerçevesinin özerk ve tarafsız bir
kamu tüzel kişisi durumunda olması
gereken üst kurul dışında, siyasi
iktidarın etkisine doğrudan açık
kurumlar tarafından belirlenmesi ve
onay aranması, üst kurulu, siyasi
iktidarın bütünüyle etkisi altına
sokmaya yönelik bir düzenlemedir.
Diğer
yandan
internetin, geleneksel
medyalardan çok farklı yapısal
özellikleri nedeniyle bunlarla aynı
çerçevede ele alınması çok
sakıncalıdır. Bunun ötesinde,
internette,
neyin “yayın” sayılacağı, neyin
“basın organı” veya “medya”
sayılacağı ile ilgili yerleşik
tanımlar geçerliliğini yitirmiştir.
Bu açıdan, bu geleneksel tanımlar
üzerine kurulu düzenlemelerin
uygulanması büyük güçlükler
doğuracak, hatta mümkün
olmayacaktır.
Bu
nedenlerle 4756 sayılı Kanun’un 14.
maddesiyle değişik 3984 sayılı
Kanun’un 31. maddesi, Anayasa’nın 2,
13, 26 ve 28. ve 133. maddelerine
aykırıdır.
10)
4756 Sayılı Kanun’un 17. Maddesi
Anayasa’nın Çeşitli Maddelerine
Aykırıdır:
Bilindiği gibi 4756 sayılı Yasa’nın
17. maddesiyle, 3984 sayılı Yasa’ya
beş adet ek madde eklenmiştir.
Bunlardan “Ek madde 1”, “Ek madde 2”
ve “Ek madde 3”ün (b) bendi
Anayasa’ya açıkça aykırıdır. Şöyle
ki:
a) Ek
madde 1’e göre:
Özel
Radyo ve Televizyon kuruluşlarına
sadece TRT’nin
ya da TRT’nin özel yayın
kuruluşlarıyla ortak kuracağı verici
tesislerinden yayın yapma
zorunluluğu getirilmekte, verici
tesislerinden yararlanma usul ve
esasları ile her yıl için kira
bedellerinin belirlenmesi TRT
Kurumuna bırakılmaktadır. Bu şekilde
iletişim alanında yeni bir
“tekelleşme” ve “izin rejimi”
getirilmektedir. Bu şekildeki bir
“özel hukuki rejimin” demokratik
toplumun gereklerinden olan
görsel-iletişim özgürlüğünün “dış
çoğulculuk” olarak adlandırılan
anti-temerküz esasına aykırı olarak
kullanılması her zaman mümkündür.
Siyasi kriz dönemlerinde bu tehlike
daha da büyüyebilir.
Tüm
özel radyo ve televizyon
kuruluşları, Üst Kurul’un 3984
sayılı Kanun uyarınca bu konuda
çıkardığı teknik ve idari
yönetmeliklere uygun olarak alt
yapılarını tamamlayarak vericilerini
kurmuşlardır ve yayın
yapmaktadırlar. Bu gün itibarıyla
yayın kuruluşlarına ait yaklaşık 250
adet verici bulunmaktadır. Bir
vericinin alt yapısı ile birlikte
ortalama maliyetinin 150.000
Amerikan Doları olduğu düşünülürse
yapılan yatırımın maliyetinin
boyutunun büyüklüğü ortadadır.
Kanunla bu yatırım yok
sayılmaktadır.
Kısaca:
a) Ek
1. madde, bir yandan, maliyeti
milyarlarca Amerikan Dolarına ulaşan
mevcut verici yatırımlarının heba
edilmesine sebep olacağı için,
Anayasa’nın 166. maddesinin
“...
ülke kaynaklarının döküm ve
değerlendirilmesini yaparak verimli
şekilde kullanılmasını planlamak,
bu amaçla gerekli teşkilatı
kurma Devletin görevidir.” diyen
hükmü ile,
“...yatırımlarda toplum yararları ve
gerekleri gözetilir; kaynakların
verimli şekilde kullanılması
hedef alınır. Kalkınma
girişimleri, bu plana göre
gerçekleştirilir.” diyen hükmüne,
Diğer
yandan, aynı (Ek 1) madde,
tekelleşme ve kartelleşmeye yol
açacağı için Anayasa’nın 167.
maddesinin,
“Devlet
... piyasalarda fiili veya anlaşma
sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önler”
diyen hükmüne aykırıdır.
b) “Ek
madde 2” de Anayasa’ya aykırıdır,
Çünkü
2. ek madde “ceza ve müsadereler”
konusunda düzenlemeler yapmaktadır.
Oysa bu konuda 3984 sayılı Kanun’un
34. maddesinde “cezalar ve müsadere”
ile ilgili düzenleme vardır ve
uygulamada yeterlidir. “Ek madde 2”
mevcut yasa hükmünü kaldırmadan aynı
konuda ikinci kez “ceza ve müsadere”
hükmü getirmektedir.
Böyle
bir düzenleme Anayasa’nın 2.
maddesine, “Hukuk Devleti” ilkesine
aykırı düşer.
“Ek
madde 2”nin “Bu Kanunda belirtilen
istisnalar dışında, Üst Kuruldan
izin almadan radyo ve televizyon
yayını yapan ya
da Üst Kurul tarafından geçici
ya da
sürekli iptal edilmesine rağmen
yayın yapan kişiye, kuruluşların ise
sahip ve yöneticilerine, fiilleri
bir başka suç oluştursa bile, fiilin
ağırlığına göre altı aydan iki yıla
kadar hapis cezası ve bir milyar
liradan yüz milyar liraya kadar para
cezası verilir.” diyen ilk cümlesi,
sadece Anayasa’nın 2. maddesine
değil, aynı zamanda hem uluslar
arası hukukun “tek fiile tek ceza”
İlkesine, hem de temel ceza yasamız
olan Türk Ceza Kanunu’nun 79.
maddesine de aykırıdır.
Bilindiği gibi Türk Ceza Kanunu’nun,
evrensel hukuk kurallarına uygun
olarak “fikri
içtima”yı düzenleyen 79.
maddesine göre,
“İşlediği bir fiil ile Kanunun
muhtelif ahkamını ihlal eden kimse o
ahkamdan en şedit cezayı
tazammun
eden maddeye göre cezalandırılır.”
Açıktır
ki Ek 2. maddenin ilk cümlesi, Türk
Ceza Kanunu’nun bu temel ilkesinden
ayrılarak “mükerrer cezalandırma”
usulünü getirmiştir.
Ek 2.
maddenin ikinci cümlesi daha da
korkunçtur. Söz konusu cümle aynen
şöyledir:
“Ancak,
Türkiye Cumhuriyetinin varlık ve
bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne
karşı yıkıcı ve bölücü faaliyetlere
sevk edecek şekilde yayın yaptıkları
tespit edilerek yayınları durdurulan
veya yayın izinleri iptal edilen
kişiler, bu kuruluşların sahipleri
ve yöneticileri ile bu tür
yayınlarda görev alanlar Türk Ceza
Kanununun 314 üncü maddesine göre
cezalandırılır.”
Görüldüğü gibi “ek 2. madde”nin bu
cümlesindeki “tespit” yapacak olan
idaredir, “yayınlan durduracak” olan
idaredir,
-
“yayın izinlerini iptal
eden”de
yine idaredir.
Ülkemizde bu tür işlemleri yapmak
yazık ki her zaman için mümkündür.
Olağanüstü dönemlerde ise çok
basittir.
Aslında
hadise, “Hukuk Devleti” adına, tarif
edilemeyecek kadar korkunçtur.
Çünkü
Devlet yetkisi kullanan idari
organlar,
Önce
özel radyo veya televizyon sahibi
vatandaşları, hiçbir yargı kararına
dayanmadan, en ağır fiillerle
itham edecek: yıkıcılık veya
bölücülükle suçlayacak,
Yayınlarını durduracak veya yayın
izinlerini iptal edecek,
-
Peşinden “bu kuruluşların sahipleri
ve yöneticileri ile bu tür
yayınlarda görev alanların, Türk
Ceza Kanununun 314 üncü maddesine
göre” cezalandırılmalarını
sağlayacaktır.
- Ve
nihayet “tüm yayın cihazları Türk
Ceza Kanunu’nun 36. maddesine göre
müsadere” edilecektir.
Burada
Türk Ceza Kanunu’nun;
314.
maddesine göre ceza hükmünü,
36.
maddesine göre müsadere kararını,
bağımsız mahkemelerin vereceği
ileri sürülebilirse de bilhassa
olağanüstü dönemlerde yargının da
dış etkenlere maruz kaldığı bir
gerçektir.
Kaldı
ki ek 2, maddeye göre bir yayının
“bölücü” veya “yıkıcı” olduğunu
“tespit eden”, “yayınları durduran”
veya “yayın izinlerini iptal eden”
doğrudan doğruya “idare”dir, yargı
değil.
Halbuki
Anayasa’nın 15. maddesinin son
cümlesine ve 38/IV. Maddesine göre
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya
kadar, kimse suçlu sayılamaz”
Bilindiği gibi Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6/2. maddesi de aynı
mahiyettedir.
Öte
yandan, ek 2. maddenin ikinci
fıkrasına göre;
Yayın
bantlarını bir yıl süre ile muhafaza
etmeyen ve bu süre içinde Üst Kurul
veya Cumhuriyet Savcılığınca
istenmesine rağmen sesli ve
görüntülü olarak teslim etmeyen
yayın kuruluşlarının sahip ve
yöneticileri, altı aydan bir yıla
kadar ağır hapis ve bir milyar
liradan on milyar liraya kadar ağır
para cezası ile cezalandırılır.
Ayrıca, bir aydan üç aya kadar
ilgili kuruluşun yayınının
durdurulmasına karar verilir.
Gönderilen bandın içerik bakımından
istenen yayın olmaması veya bantta
tahrifat, çıkarma, silme gibi
işlemler yapılması halinde, ayrıca
iki yıldan on yıla kadar ağır hapis
ve iki milyar liradan on milyar
liraya kadar ağır para cezası
verilir. “
Görüldüğü gibi, istenilen bant
gerçekten kaybolsa veya kazara
silinmiş olsa bile istenilen
bantları elde olmayan sebeplerden
dolayı teslim etmeyen kimse her
halükarda ağır hapis ve ağır para
cezasıyla cezalandırılacaktır.
Bantta silinti veya tahrifat
yapılmış ise verilecek ceza, iki
yıldan on yıla kadar ağır hapis ve
iki milyar liradan on milyar liraya
kadar ağır para cezasıdır.
Öngörülen ceza;
-
Tabanı ile tavanı arasındaki mesafe
çok geniş olduğundan dolayı
keyfiliğe yol açacağı için
Anayasa’nın 2. maddesine, “Hukuk
Devleti” ilkesine,
- Çok
ağır olduğu için de, Anayasa’nın 13.
maddesine, “ölçülülük” ilkesine,
açıkça aykırıdır, iptali gerekir,
Ek 2.
maddenin, 1. ve 2. fıkraları iptal
edilince, son fıkrasının da
uygulanma alanı kalmayacağı için
onun da iptali gerekecektir.
c) 4756
sayın Yasa’nın 17. maddesiyle ihdas
edilen Ek 3. maddenin (b) bendi
Anayasa’nın;
2.
maddesine, “Demokratik Devlet”
ilkesine ve 133/II. maddesine,
aykırıdır.
Bilindiği gibi, 4756 sayılı
Yasa’nın 5. maddesiyle, Üst
Kurulun denetimi, Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu’na
bırakılmıştır. Ek 3. maddenin (b)
bendine göre ise;
“Üst
Kurulun uygun göreceği yerlerdeki
yerel ve bölgesel yayınların
izlenmesi ve kayda alınması İçişleri
Bakanlığının görevlendireceği
birimlere devredilebilir. Bu halde
gerekli teknik donanım ve ilgili
personelin eğitimi Üst Kurulca
sağlanır ve masrafları Üst Kurulca
karşılanır. Yayın ilkeleri ve bu
Kanunda belirtilen diğer esaslara
aykırılığından kuşkulanılan
yayınların bandı, değerlendirilmek
üzere Üst Kurula gönderilir.
İçişleri Bakanlığı ile Üst Kurul
arasındaki işbirliği bir protokol
ile düzenlenir,”
İçişleri Bakanlığının katılımı ile
hazırlanacak bir “protokol’ün ve
İçişleri Bakanlığı’nın
görevlendireceği birimlerce
yapılacak “izlenmelerin Anayasa’nın
133/II. Maddesinin öngördüğü
“tarafsızlık” ve “özerklik”
ilkelerine aykırı düşeceği gayet
açıktır.
11)
4756 sayılı Kanun’un 19. Maddesi,
Anayasa’nın 38. Maddesinin VII.
Fıkrasına Aykırıdır.
Anayasa’nın 38/VII. Maddesine göre,
“Ceza sorumluluğu şahsidir”
Anayasa’nın bu açık hükmüne rağmen,
4756 sayılı Kanun’un 19. maddesiyle
değiştirilen 5680 sayılı Basın
Kanunu’nun 16. maddesinin birinci
fıkrasının (1) numaralı bendi
“objektif sorumluluğu” esas almakta
ve failden başka kişileri de
cezalandırma yoluna gitmektedir.
Söz
konusu bent aynen şöyledir:
“Mevkutelerle işlenen suçlarda
sorumluluk, suçu meydana getiren
yazıyı veya haberi yazan veya resmi
veya karikatürü yapan kimse ile
beraber bu mevkutenin ilgili sorumlu
müdürüne; 19 uncu maddeye aykırı
hareket edilmesi halinde ise sözü
edilen kişilerle birlikte mevkutenin
sahibi olan gerçek kişiye ve mevkute
sahibi olan anonim şirketlerde
yönetim kurulu başkanı ile diğer
şirket ve tüzel kişilere ait
mevkutelerde tüzel kişiliğin en üst
yöneticisine aittir. Ancak, sorumlu
müdürler için verilen hürriyeti
bağlayıcı cezalar, sürelerine
bakılmaksızın para cezasına
çevrilerek
hükmolunur ve bu
cezalar ertelenemez.”
Günümüzde “tazminat hukuku”
bakımından üçüncü kişilerin
sorumluluğu (istihdam edenlerin
sorumluluğu, objektif sorumluluk)
kabul edilse de, “ceza hukuku”
bakımından kabul edilmemektedir.
Başka
bir ifade ile, dava konusu hüküm
ceza hukukunun temel ilkelerine de
aykırıdır.
Malumları olduğu üzere ceza
hukukunun bir temel ilkesine göre
“fiilsiz suç olmaz” (Yrd. Doç. Dr.
Muharrem ÖZEN, Ceza Hukukunda
Objektif Sorumluluk, US-A
Yayıncılık, Ankara, 1996, s. 68)
12)
4756 sayılı Kanun’un “Geçici Madde
4”ü Anayasa’nın 2. Maddesine
Aykırıdır:
Geçici
4. madde, Üst Kurul’un mevcut
üyelerinin görevine son veren bir
maddedir.
Söz
konusu madde, aynı zamanda, siyasi
parti gruplarınca gösterilen
adayların, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulu’nca işaret
oyuyla seçileceğini hükme
bağlamaktadır.
Anılan
madde aynen şöyledir:
“GEÇİCİ
MADDE 4. Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu’nun Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulu’nca seçilecek
beş üyesi, siyasi parti gruplarınca
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlık Divanı oluşum formülüne
göre belirlenecek kontenjan
doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına, Bakanlar
Kurulunca seçilecek üye adayları
ilgili kurum ve kuruluşlar
tarafından Başbakanlığa bu Kanunun
yayımı tarihinden itibaren bir ay
içinde bildirilir. Siyasi parti
gruplarınca gösterilen adayların;
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca işaret oyuyla ayrı
ayrı
oylanmaları suretiyle seçimleri
yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine
ilgili siyasi parti gruplarınca yeni
adaylar bildirilir.”
Görüldüğü gibi Geçici 4. Madde iki
bakımdan Anayasa’ya açıkça
aykırıdır. Şöyle ki:
a)
Geçici 4. madde, Anayasanın, “Hukuk
Devleti” ilkesine aykırıdır.
Çünkü
Geçici 4. madde, mevcut Üst Kurul
üyelerini, belli bir süre için
seçimle geldikleri görevlerinden,
süreleri dolmadan “kanun” zoruyla
uzaklaştırmaktadır. Böyle bir
uygulama;
- hem
“kazanılmış hak” ilkesine,
- hem
“Hukuk Devleti” ilkesine,
- hem
de “Devlete güven” ilkesine, aykırı
düşer.
Geçici
4. madde, ana kanun olan 3984 sayılı
Kanun’un 10. maddesiyle birlikte
değerlendirilirse konunun
hassasiyeti daha iyi anlaşılacaktır.
3984
sayılı Kanunun “Üst Kurul Üyeliğinin
Teminat ve Mali Hakları” başlıklı
10. maddesinin 4. fıkrasında “Üst
Kurul Üyeleri, seçildikleri görev
süresince Kururdaki görevlerinden ve
seçilerek geldikleri görevlerinden
alınamaz” hükmünü taşımaktadır
Görüldüğü gibi “ana kanun” (esas
kanun, temel kanun) olan 3984 sayılı
Kanun Üst Kurul üyeleri için “Üst
Kurul üyeleri seçildikleri görev
süresince Kuruldaki görevlerinden
... alınamazlar” derken “Geçici 4.
madde” Üst Kurul üyelerini,
“seçildikleri görev süreleri”
dolmadan görevlerinden almaktadır.
Böyle bir uygulamanın Hukuk Devleti
ilkesine hiçbir şekilde uygun
düşmeyeceği açıktır.
Nitekim
Ülkemizde benzeri bir durum, 1975
yılında, TRT Genel Müdürünün
görevden uzaklaştırılması konusunda,
11 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ile yaşanmış, ancak Anayasa
Mahkemesi 11 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyi 14.10.1975 tarih ve
E.1975/145, K.1975/198 sayılı
Kararıyla iptal ederek konunun
çözümüne yardımcı olmuş, Danıştay
Dava Daireleri Kurulu da 9.1.1976
tarih ve E. 1975/101 K. 1976/1
kararı ile problemi kesin çözüme
kavuşturmuştur.
Aynı
durum, Üst Kurul üyeleri için de
geçerlidir.
Geçici
4. maddeyi hazırlayanlar Üst Kurul
üyelerinin durumunu, milletvekilliği
seçimlerinin öne alınmasına
benzetmektedirler. Oysa iki konu,
mahiyetleri itibariyle birbirinden
farklıdırlar.
Çünkü
Yasama Organı “Devlet”in manevi
unsurunu oluşturan üç erkten birisi
olup erken seçim kararı ile kendisi
hakkında karar vermektedir. Bu
münasebetle erken seçim kararı bir
bakıma “istifa hakkı”nın
kullanılmasına benzer.
Üst
Kurul üyelerinin görevlerine,
süreleri dolmadan son vermek ise
“kanun zoruyla azil”dir
b)
Geçici 4. madde, Anayasa’nın
“Demokratik Devlet” ilkesine
aykırıdır.
Bilindiği gibi demokrasinin bir
takım ilkeleri vardır. Bunların en
önemlilerinden biri “gizlilik”
ilkesidir.
Geçici
madde, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, Üst Kurul’a seçeceği
üyeleri işaret oyuyla seçeceğini
hükme bağlamakla “gizlilik” ilkesini
açıkça aykırı düşmektedir.
Bundan
başka Geçici 4. madde, demokrasinin
temel ilkelerinden olan “seçim”
ilkesinin alt ilkelerinden olan
“seçenek” ilkesine de aykırıdır.
Çünkü
Geçici 4. maddeye göre Üst Kurul
için üyelik kontenjanına sahip olan
siyasi partiler her kontenjan için
TBMM Genel kuruluna bir tek aday
önerecektir.
Başka
bir deyişle TBMM Genel Kurulu,
ilgili partinin kontenjanı için Üst
Kurula “bir tek aday arasından”
“seçim” yapacaktır.”
II-
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA SEBEPLERİ:
1)
Dava konusu hükümler, yukarıda
açıklandığı üzere, Anayasa’ya açıkça
aykırıdır.
2)
Anayasa’ya açıkça aykırı olan
hükümlerin uygulanması halinde
ortaya, “Demokratik Hukuk Devleti”
bakımından telafisi imkansız bir
takım sakıncaların çıkacağı
kesindir.
3)
Şimdi yürürlüğü durdurma kararı
verilmeyip de bilahare iptal kararı
verildiği takdirde iptal kararı
büyük ölçüde etkisiz kalacaktır.
SONUÇ:
Hem yukarıda
arzedilen sebeplerden dolayı,
hem de Yüksek Mahkeme’nin
re’sen
dikkate alacağı gerekçelerle,
15.5.2002 tarih ve 4756 sayılı
“Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun, Basın
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile
Kurumlar Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un, açıkça Anayasa’ya aykırı
olan ve uygulanması halinde telafisi
imkansız zararlar doğuracağı kesin
bulunan:
1) 2.
maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 4. maddesinin
a)
(k) bendinin “korku salacak yayın”
bölümü
b)
(v) bendinin “yayınların
karamsarlık, umutsuzluk ...
eğilimlerini körükleyici...
nitelikte olmaması” bölümü,
2) 3.
maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 6. maddesinin (b), (c) ve
(d) bentleri,
3)
5. maddesiyle değişik, 3984
sayılı Kanun’un 9.
maddesinin “Üst Kurul, Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulunun
denetimine tabidir” diyen son
fıkrası,
4)
7. maddesiyle değişik, 3984
sayılı Kanun’un 12.
maddesinin “Radyo ve televizyon
kuruluşlarından 33 üncü madde
uyarınca verilecek idari para
cezaları” diyen (d) bendi,
5) 8.
maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 13. maddesinin “33 üncü
maddede belirtilen idari para
cezaları da cezaların tahakkukunu
müteakip ilgili yayın kuruluşları
tarafından ödenir” bölümü,
6)
10. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 24. maddesinin (1), (2.) ve
(3.) fıkraları
7)
12. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 28. maddesinin (6.) ve (8.)
fıkralar
8)
13. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 29. maddesi,
9)
14. maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanun’un 31. maddesi
10)
17. maddesiyle, 3984 sayılı Kanun’a
eklenen
a) Ek
madde l,
b) Ek
madde 2,
c) Ek
madde 3’ün (b) bendi,
11)
18. maddesiyle, 3984 sayılı Kanun’un
8. maddesinin yürürlükten kaldırılan
(a) bendi,
12)
19. maddesiyle değişik, 5680 sayılı
Basın Kanunu’nun 16. maddesinin
birinci fıkrasının (1) numaralı
bendi
13)
Geçici 4. maddesi,
hakkında acilen yürürlüğü durdurma
ve iptal kararı verilmesini arz
ederiz.23.5.2002”;
İptal ve
yürürlüğün durdurulması istemlerini
içeren ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Üyeleri Salih KAPUSUZ, Yasin
HATİPOĞLU, Ömer Vehbi HATİPOĞLU,
Mehmet Ali ŞAHİN ve Mustafa KAMALAK
ile birlikte 111 Milletvekili
tarafından verilen 17.06.2002 günlü
dava dilekçesinin gerekçe bölümü ise
şöyledir:
“15.5.2002 tarih ve 4756 sayılı
Kanun 21.5.2002 tarih ve 24761
sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak
yürürlüğe girmiştir. 4756 sayılı
Kanun’un 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınlar
Hakkında Kanunla birlikte 5680
sayılı Basın Kanunu, 193 sayılı
Gelir Vergisi Kanunu ve 5422 sayılı
Kurumlar Vergisi Kanununda
değişiklik yapmıştır. Anılan
kanunlarda yapılan kimi
değişikliklerin Anayasaya aykırılığı
savı ile ilgili olarak açılan
davalar Yüksek Mahkemenizde
derdesttir.
Sayın
Mahkemenizde dava açıldıktan sonra
tarafımızdan yapılan incelemede 4756
sayılı Kanunun bazı hükümlerinin
daha Anayasaya açıkça aykırı olduğu
görülmüştür.
Bu
sebeple, işbu “ek dilekçe”yi verme
zarureti hasıl olmuştur. Hemen
belirtelim ki 4756 sayılı
Kanunun ek dilekçe vermeyi
gerektiren hükümleri,
- 2.
maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanunun 4. maddesinin (b) ve (r)
bentleri ile,
- 16.
maddesiyle değişik, 3984 sayılı
Kanunun 33. maddesinin 5. fıkrası
hükmüdür.
Şöyle
ki:
A) 4756
sayılı Kanunun 2. maddesi ile 4984
sayılı Kanunun 4. maddesinin (b) ve
(r) bentlerinde yapılan
değişiklikler Anayasaya aykırıdır.
a) 3984
sayılı Kanunun 4. maddesinin (b)
bendinde yapılan değişiklik
Anayasaya aykırıdır.
Kuşkusuz, yayın kuruluşlarının
hiçbir sınırlama ölçüsü olmadan
diledikleri gibi yayın yapmaları
mümkün değildir. Ancak, tümüyle
soyut ve içeriği belli olmayan
ifadelerle yayın ilkelerinin
saptanmasında hukuk tekniği
açısından çok dikkatli olunması ve
sınırlama nedenlerinin kişisel
anlayış ve takdire olanak vermeyecek
şekilde açık ve somut olarak
belirtilmesi gerekir.
4756
sayılı Kanunla 3984 sayılı Kanunun
4. maddesinin (b) bendine eklenen
“Veya toplumda nefret duygularını
oluşturan” ifadesi yayın ilkeleri
açısından nerede başlayıp nerede
biteceği belli olmayan bir alan
oluşturmaktadır. Bu tür kavramlar,
bunları uygulayan ve yorumlayanların
kültürel birikimleri, dünya
görüşleri ve siyasal düşünceleri ile
farklı anlamlar
kazanabilmektedirler. Üstelik Üst
Kurul ve Yargı da bugüne kadar yayın
ilkeleri açısından yasada öngörülen
belirsizlikleri somutlaştırma yoluna
da gitmemiştir.
Avrupa
Sınır Ötesi Sözleşmesi’nde yayın
ilkeleri, “muğlaklığa yer vermemek”
ve “temel kural özgürlük, kısıtlama
istisna” kurallarına uygunluğu
sağlamak üzere sınırlıdır. Aksi
takdirde, belirgin ve nesnel olmayan
ilkelere uyulma zorunluluğu,
beraberinde doğru ve yansız yayın
yapmaya, yurt ve dünya gerçeklerinin
halka duyurulmasına engel
oluşturacaktır.
Böylece
toplumun doğru ve yansız haber alma
hakkı zedelenecektir.
Bu
nedenlerle 4. maddenin (b) bendinde
yer alan “veya toplumda nefret
duygularını oluşturan” ifadesi
Anayasanın 2, 5, 13, 26, 28 ve 38.
maddelerine aykırıdır.
b) 3984
sayılı Kanunun 4. maddesinin (r)
bendinde yapılan değişiklik
Anayasa’ya aykırıdır.
(r)
Bendindeki “Televizyonda bölünür
ekran yoluyla ana program ile ilgili
veya ilgisiz bilgiler veren konuları
işleyen yayınların yapılmaması”
şeklindeki hükmün “ana program ile
ilgisiz bilgi veren konuları işleyen
yayın yapılmaması” bölümü isabetli
olmasına rağmen “ana program ile
ilgili bilgi veren konuları işleyen
yayın yapılmaması” hükmü haksız ve
yayıncılığın temel ilkeleriyle
bağdaşmamaktadır. Çünkü bir haber
veya programla ilgili bilgilerin
verilmesi o konunun kamuoyu
tarafından daha iyi anlaşılmasına
yardımcı olmaktadır.
Bu
nedenle yasa metnindeki programla
ilgili bilgilerin verilmesini
yasaklayan hüküm, Anayasa’nın 26 ve
28. maddelerine aykırıdır.
B) 4756
sayılı Kanunun 16. maddesiyle
değişik 3984 sayılı Kanunun 33.
maddesinin 5. fıkrasında yapılan
değişiklik Anayasaya aykırıdır.
Herhangi bir karışıklığa meydan
vermemek için belirtelim ki 33.
maddenin (dava konusu) 5. fıkra
aynen şöyledir:
4’üncü
maddenin ikinci fıkrasının (a), (b)
ve (c) bentlerindeki ilkelere aykırı
yayın yapılması halinde uyan
yapılmaz ve yayın kuruluşunun yayını
bir ay durdurulur. İhlâlin tekrarı
halinde yayın süresiz olarak
durdurulur ve yayın lisans izni
iptal edilir.
Yeterli
açıklıkta düzenlenmeyen,
öngörülebilirlilik unsuru taşımayan
ve siyasi ortama göre her yöne
çekilebilecek “ilkelere” aykırılık
ileri sürülerek, bir yayın
kuruluşunun uyarı yapılmaksızın,
önce bir ay, sonra süresiz olarak
yayınını durdurma ve yayın izni
iptali, idari nitelikteki bir kurula
basın ve haber alma özgürlüğünü
kısıtlayıcı yetki vermek, yargı
alanına giren konularda idareyi
yetkili kılmak demektir.
İdare,
düzenleme ve denetleme alanındaki
konularda, kamu düzeni, genel
güvenlik, kamu yararı, genel ahlak,
genel sağlık, ekonomik ve sosyal
ilişkilerin düzenli yürütülmesini
sağlama gibi amaçlarla, idarî para
cezası uygulama
ya da kişi özgürlüğünü
kısıtlayıcı yaptırımlar dışında
çeşitli yasaklar koyma yetkisine
sahiptir.
Ancak,
düşünceyi açıklama ve yayma, basın
ve haber alma gibi temel hak ve
özgürlükler söz konusu olduğu zaman
idarenin yetkisinin Anayasanın bu
kavramlara yaklaşımı içerisinde
değerlendirilmesi gerekir.
Öte
yandan ağırlaştırıcı yaptırım için
diğer yayın ilkelerinin ihlalinin
tekrarında aranan bir yıllık süre
burada aranmamaktadır.
Bu
durum radyo ve televizyonların
iletişimi alanında faaliyet hakkının
siyasal gücün takdirine, siyasal
değerlendirmesine bağlı kılmak
demektir. Hukuk devletinde yayın
kuruluşları ancak yargı organlarınca
verilmiş bir mahkeme kararıyla
kapatılabilirler
Radyo
Televizyon Üst Kurulu’nun bu konuda
kesinleşmiş yargı kararı olmadan
böylesine ağır bir müeyyide
uygulamasının hukuk devletinde yeri
olamaz.
Bilindiği gibi, Üst Kurulun
uyguladığı söz konusu yaptırımlar
idari yaptırımlardır. Ancak
görsel-işitsel alanda Üst Kurula
tanınan yaptırım yetkisinin diğer
idari yaptırım rejiminden ayrı bir
statüsünün bulunması gerekir. Çünkü,
bu yaptırım doğrudan doğruya bir
temel hakka, iletişim özgürlüğüne
ilişkindir.
Yaptırımın; bu yönüyle bir kamu
hizmeti gören radyo ve televizyon
kuruluşlarının yasada öngörülen
koşullara uygun etkinlikte
bulunmalarını güvence altına alan,
diğer yönüyle görsel-işitsel
iletişim özgürlüğünden üstün, temel
hakların korunmasını amaçlayan
işlemler niteliğinde olması
gerekmektedir. Bu nedenle, idari
yaptırımlar bir takım ilkelerle
sınırlandırılmalı, görsel-işitsel
iletişim özgürlüğü ve Anayasa’da
sayılan diğer hak ve özgürlükleri
korumak amacıyla uygulanmalıdır.
Radyo
ve televizyon alanında düzenleyici
otoritenin kurulmasının asıl amacı;
toplumda ifadelerin çoğulculuğunu,
ifade hürriyeti içinde düşünülen
haber alma-haber üretme/iletme
özgürlüğünü korumaktır. Avrupa Sınır
Ötesi Sözleşmesinin 4. maddesi,
İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesi’nin
10. maddesine atıf yaparak bu
noktayı açıklıkla belirlemiştir.
Ayrıca
bu yaptırımlar bir takım
güvencelerle birlikte
uygulanabilmelidir. Hukukun genel
ilkeleri içinde sayılan ceza
hukukunun temel ilkeleri bu alanda
uygulama olanağına sahiptir. Bu
çerçevede;
- İhlâl
ve yaptırımın yaşadığı ilkesi,
- İhlâl
ile yaptırımın orantılılığı ilkesi,
Ağırlaştırıcı yaptırımın geriye
yürümezliği ilkesi, Savunma hakkının
korunması ilkesi,
- İki
ihlâl arasında “makul süreli”
zamanaşımı ilkesi sayılabilir.
Diğer
yandan, yukarıda da belirtildiği
gibi, bugüne kadar Üst Kurul
uygulamada uyarı
ya da
durdurma kararlarında öngörülen
belirsizlikleri somutlaştırma yoluna
gitmemiş, yargı da bu alana
müdahalelerle temel bir takım
güvenceler sağlamamıştır.
Eksik
güvence rejiminin hukuka uygun hale
getirilmesi için yasa koyucuya görev
düşmektedir ve mutlaka idari
yaptırımların güvencelerle birlikte
düzenlenmesi şarttır. Böyle bir
düzenlemeye imkan sağlanması için bu
hükmün iptali gereklidir.
Bu
nedenle, değişik 33. maddenin “4
üncü ve ikinci fıkrasının (a), (b)
ve (c) bentlerindeki ilkelere aykırı
yayın yapılması halinde uyan
yapılmaz ve yayın kuruluşunun yayını
bir ay durdurulur. İhlâlin tekrarı
halinde yayın süresiz olarak
durdurulur ve yayın lisans izni
iptal edilir.” diyen 5. fıkrasının
“... uyan yapılmaz ve yayın
kuruluşunun yayını bir ay
durdurulur. İhlâlin tekrarı halinde
yayın süresiz olarak durdurulur ve
yayın lisans izni iptal edilir”
bölümü Anayasanın 2, 5, 10, 13,
15/son, 26, 28, 29, 30. ve 38/IV.
maddelerine aykırıdır.
Çünkü:
1)
Böyle bir düzenleme “keyfiliğe” yol
açacaktır. Bu sebeple Anayasa’nın 2.
maddesine, Hukuk Devleti ilkesine
aykırıdır. Zira Hukuk Devletinde
keyfiliğe hiçbir şekilde yer
verilemez, veriliyorsa o Devlet,
Hukuk Devleti olamaz,
2)
Anayasanın 13. maddesine göre,
bir temel hak, “özüne
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar...
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
Anayasanın bu açık hükmüne rağmen,
dava konusu 5. fıkra ile bir temel
hak bütünüyle ortadan
kaldırılmıştır.
Böylece, eylemle önlem arasında
bulunması gereken adil denge
bozulmuş, yaptırım bir baskı öğesi
durumuna gelmiştir. Üstelik bu
yaptırımlar idari bir üst kurulun
takdirine bırakılmıştır.
3)
Anayasanın 26. maddesinin son
fıkrasına göre haber ve düşünceleri
yayma araçlarının kullanılmasına
ilişkin düzenleyici hükümler
“bunların yayınını engellememek
kaydıyla” sınırlanabilir.
4)
Anayasanın 28. maddesinin üçüncü
fıkrasında “Devlet, basın ve haber
alma hürriyetlerini sağlayacak
tedbirleri alır” denilmektedir
Oysa
dava konusu 5. fıkra ile, tam aksi
yönde tedbirler alınmaktadır.
5)
Anayasanın 29. maddesinin üçüncü
fıkrasında, yasanın, haber, düşünce
ve kanaatlerin özgürce
yayınlanmasını engelleyici
ya da
zorlaştırıcı şartlar koyamayacağı
vurgulanmıştır.
Halbuki
dava konusu 5. fıkra, düşünce ve
kanaatlerin özgürce yayınlanmasını
engelleyici veya zorlaştırıcı değil,
“bütünüyle yok edici şartlar”
koymaktadır.
6)
Anayasanın 30. maddesinde basın
işletmelerinin, Devlet bütünlüğüne
yönelik bazı suçlar dışında
işletilmekten alıkonulamayacağı
öngörülmektedir.
Dava
konusu 5. fıkra ise, ortada sübût
bulmuş hiçbir suç yok iken, bir
kısım radyo ve televizyon
kuruluşlarının idarî bir kararla
varlıklarına son verilebileceğini
hükme bağlamaktadır.
7)
Anayasanın 15. maddesinin son
cümlesine ve 38. maddesinin 4.
fıkrasına göre “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz.”
Oysa
dava konusu 5. fıkra bir kısım radyo
ve televizyon kuruluşlarının, idarî
bir kararla suçlu sayılabileceğini,
hem de uyarılmalarına bile gerek
duyulmayacak kadar kesin bir şekilde
suçlu sayılabileceklerini, bu yüzden
varlıklarına son verilebileceğini
öngörmektedir.
Bilindiği gibi Anayasanın 15. ve 38.
maddelerinde geçen “kimse” sözcüğü
bütün gerçek ve tüzel kişileri ifade
etmektedir (Anayasa
Mahk.
Kararı, T.16.6.1964, E.1963/101,
K.1964/49, AMKD, Sayı: 2, s. 191)
8)
Yukarıdaki maddelerde zikredilen
kurallar, tüm hak ve
hürriyetler için Anayasa’nın 5.
maddesinde de yer almıştır.
Bu
yüzden, dava konusu 5. fıkra,
Anayasanın 5. maddesine de
aykırıdır.
Bu
kurallar, genelde yazılı basına
yönelik olmakla birlikte, amaç;
düşünceyi yayma ve haber alma
özgürlüklerinin güvence altına
alınması olduğuna göre, aynı
ilkelerin görsel ve işitsel medya
için de geçerli olması ve idareye,
bu araçların kullanılmasını
engellemeye varan nitelikte önlemler
alma yetkisi verilmesi Anayasanın
hem işaret edilen maddelerine, hem
de ruhuna aykırı düşer.
II.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA SEBEPLERİ
a)
Dava konusu hükümler, yukarıda
açıklandığı üzere, Anayasa’ya açıkça
aykırıdır.
b)
Anayasa’ya açıkça aykırı olan bu
hükümlerin uygulanması halinde,
ortaya, “Demokratik Hukuk Devleti”
bakımından telafisi imkansız
birtakım sakıncaların çıkacağı
kesindir.
c)
Yürürlüğü durdurma kararı
verilmeyip, daha sonra iptal kararı
verildiği takdirde iptal kararı
büyük ölçüde etkisiz kalacaktır.
SONUÇ :
Yukarıda arz edilen
nedenlerden dolayı, açıkça
Anayasa’ya aykırı olan ve
uygulanması halinde telafisi
olanaksız zararlar doğuracağı kesin
bulunan, 15.05.2002 tarih ve 4756
sayılı Kanunla değişik 3984 sayılı
“Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun”un,
1) 4.
maddesinin;
a)
(b) bendinin “veya toplumda nefret
duygularını oluşturan” bölümü,
b)
(r) bendinin “... bölünür ekran
yoluyla ana programı ile ilgili ...
bilgiler veren konuları işleyen
yayınların yapılmaması” bölümü,
2) 33.
maddesinin 5. fıkrasının “uyarı
yapılmaz ve yayın kuruluşunun yayını
bir ay durdurulur. İhlâlin tekrarı
halinde yayın süresiz olarak
durdurulur ve yayın lisans izni
iptal edilir.” diyen bölümü,
hakkında yürürlüğü durdurma ve iptal
kararı verilmesini arz ederiz.”
II- YASA
METİNLERİ
A- İptali
İstenilen Yasa Kuralları
15.5.2002 günlü, 4756 sayılı Radyo
ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun, Basın
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile
Kurumlar Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
iptali istenilen kuralları da içeren
maddeleri şöyledir:
1-
“MADDE
2.-
3984 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde
4.- Radyo, televizyon ve veri
yayınları, hukukun üstünlüğüne,
Anayasanın genel ilkelerine, temel
hak ve özgürlüklere, milli güvenliğe
ve genel ahlaka uygun olarak kamu
hizmeti anlayışı çerçevesinde
yapılır. Yayınların Türkçe yapılması
esastır. Ancak, evrensel kültür ve
bilim eserlerinin oluşmasına katkısı
olan yabancı dillerin öğretilmesi
veya bu dillerde müzik veya haber
iletilmesi amacıyla da yayın
yapılabilir.
Radyo,
televizyon ve veri yayınlarında
uyulması gereken yayın ilkeleri
şunlardır:
a)
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
varlık ve bağımsızlığına, Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne, Atatürk ilke ve
inkılaplarına aykırı yayın
yapılmaması.
b) Toplumu
şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa
sevk eden veya halkı sınıf, ırk,
dil, din, mezhep ve bölge farkı
gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik
eden
veya toplumda
nefret duyguları oluşturan
yayınlara imkan verilmemesi.
c)
Yayıncılığın, gerek yayın organı,
gerekse hisse sahipleri ve üçüncü
derece dahil olmak üzere üçüncü
dereceye kadar kan ve
sıhri
hısımları veya bir başka gerçek veya
tüzel kişinin haksız çıkarları
doğrultusunda kullanılmaması.
d)
İnsanların dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din,
mezhep ve benzeri nedenlerle hiçbir
şekilde kınanmaması ve
aşağılanmaması.
e)
Yayınların toplumun milli ve manevi
değerlerine ve Türk aile yapısına
aykırı olmaması.
f) Özel
hayatın gizliliğine saygılı
olunması, kamu çıkarlarının
gerektirdiği durumlar dışında
kişilerin özel hayatının yayın
konusu yapılmaması.
g) Türk
milli eğitiminin genel amaçlarının,
temel ilkelerinin ve milli kültürün
geliştirilmesi.
h)
Türkçenin;
özellikleri ve kuralları bozulmadan
konuşma dili olarak kullanılması;
milli birlik ve bütünlüğün temel
unsurlarından biri olarak çağdaş
kültür, eğitim ve bilim dili halinde
gelişmesinin sağlanması.
ı)
Kişilerin manevi şahsiyetlerine
eleştiri sınırları ötesinde
saldırıda bulunulmaması, cevap ve
düzeltme haklarına saygılı olunması,
soruşturulması basın meslek ilkeleri
çerçevesinde mümkün olan haberlerin
soruşturulmaksızın veya doğruluğuna
emin olunmaksızın yayınlanmaması,
saklı kalması kaydıyla verilen
bilgilerin kamu yararı ciddi bir
biçimde gerektirmedikçe
yayınlanmaması.
j)
Yayıncılığın haksız bir amaç ve
çıkara alet edilmemesi ve haksız
rekabete yol açılmaması, ilan ve
reklam niteliğindeki yayınların bu
niteliklerinin şüpheye yer
bırakmayacak şekilde açıklanması,
bir basın organının özel çabalarla
yarattığı ürünün kendi ürünüymüş
gibi sunulmaması, ajanslardan veya
başka bir medya kaynağından alınan
haberlerin kaynağının belirtilmesine
özen gösterilmesi.
k) Suçlu
olduğu yargı kararı ile
kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu
ilan edilmemesi veya suçluymuş gibi
gösterilmemesi; kişileri suç
işlemeye yönlendirecek
veya korku
salacak
yayın yapılmaması.
l)
Haberlerin yayınlanmasında
tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk
ilkelerine bağlı olunması; özgürce
kanaat oluşumunun engellenmemesi;
haber kaynaklarının kamuoyunun
yanıltılmasının amaçlandığı haller
dışında gizliliğinin korunması.
m)
Halkı aldatacak, yanıltacak veya
haksız rekabete yol açacak reklam
yayınlarına yer verilmemesi.
n)
Siyasi partiler ve demokratik
gruplar arasında fırsat eşitliği
sağlanması; tek yönlü, taraf tutan
yayın yapılmaması; seçim
dönemlerinde belirlenen seçim
yasaklarıyla ilgili ilkelere aykırı
davranılmaması.
o)
Yayınlarda, mevzuatın eser
sahiplerine tanıdığı hakların ihlal
edilmemesi.
p)
Bilgi iletişim telefonları yoluyla
yarışma ve benzeri yöntemlere
başvurulmaması ve bunların sonucunda
dinleyici ve seyircilere ikramiye
verilmemesi veya ikramiye
verilmesine aracılık edilmemesi,
lotarya yapılmaması, bilgi iletişim
telefonları yoluyla yapılacak anket
ve kamuoyu yoklamalarının, hazırlık
aşamasından sonuçlarının ilanına
kadar noter nezaretinde
gerçekleştirilmesi.
r)
Televizyonda bölünür ekran yoluyla
ana program ile
ilgili
veya ilgisiz bilgiler veren konuları
işleyen yayınların yapılmaması,
çerçeveler veya alt yazı tekniği
kullanılarak sürekli yayın
yapılmaması, haberde konu ile ilgili
olmayan görüntülerin verilmemesi,
haberle benzerlik arz eden
görüntülerin arşiv niteliğinin
belirtilmesi.
s)
Program hizmetlerinin bütün
unsurlarının insan onuruna ve temel
insan haklarına saygılı olması.
t)
Yayınların müstehcen olmaması.
u)
Kadına, güçsüzlere ve küçüklere
karşı şiddetin ve ayırımcılığın
teşvik edilmemesi.
v)
Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk, kargaşa ve
şiddet eğilimlerini körükleyici veya
ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı
nitelikte olmaması.
y) Suç
örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı
özelliklerinin yansıtılmaması.
z)
Gençlerin ve çocukların fiziksel,
zihinsel ve ahlaki gelişimini
zedeleyecek türden programların,
bunların seyredebileceği zaman ve
saatlerde yayınlanmaması.
2- “MADDE 3.-
3984 sayılı Kanunun 6
ncı
maddesi başlığı ile birlikte
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Üst
Kurulun seçimi ve görev süresi
Madde
6.- Üst Kurul, en az dört yıllık
yüksek öğrenim görmüş, meslekleriyle
ilgili konularda kamu veya özel
kuruluşlarda en az on yıl görev
yapmış, mesleki açıdan yeterli
bilgiye, deneyime ve Devlet memuru
olma niteliğine sahip, otuz yaşını
doldurmuş kişiler arasından;
a) Siyasi
parti gruplarınca, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanı
oluşum formülüne göre belirlenecek
kontenjan doğrultusunda gösterilecek
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunca seçilecek beş,
b)
Yükseköğretim Kurumu Genel
Kurulunun, Kurul üyesi olmayan
elektrik-elektronik, iletişim,
kültür-sanat ve basın-yayın
dallarından göstereceği dört aday
arasından Bakanlar Kurulunca
seçilecek iki,
c) En çok sarı
basın kartı sahibi üyesi bulunan iki
gazeteciler cemiyeti ile Basın
Konseyinin ortaklaşa göstereceği
iki aday arasından Bakanlar
Kurulunca seçilecek bir,
d) Milli
Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğinin kamu görevlileri
arasından göstereceği iki aday
arasından Bakanlar Kurulunca
seçilecek bir,
Kişiden
olmak üzere 9 üyeden oluşur.
Üst
Kurulun üyelerinin seçimine ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulu kararı ile Bakanlar Kurulu
kararı Resmi Gazetede yayımlanır.
Üst
Kurul üyelerinin görev süresi dört
yıldır. Üyelerinin görev süresinin
bitiminden iki ay önce kurum ve
kuruluşlar veya partiler yeni
seçimlerini yaparak Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına veya
Bakanlar Kuruluna bildirir. Herhangi
bir sebeple boşalma olması halinde o
kişinin seçildiği usule göre kurum
ve kuruluş veya partiler tarafından
adaylar bir ay içinde teklif
edilerek Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca veya
Bakanlar Kurulunca seçim işlemi
yapılır. Bu şekilde seçilen kişi,
yerine seçildiği kişinin görev
süresini tamamlar. Üyenin
altmışbeş
yaşını doldurması halinde üyeliği
son bulur.”
3- “MADDE 5.-
3984 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
başlığı ile birlikte aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
Yasaklar ve denetim
Madde
9.- Üst Kurul üyeleri ile üçüncü
derece dahil üçüncü dereceye kadar
kan ve sıhri
hısımları, 5846 sayılı Fikir ve
Sanat Eserleri Kanunu hükümleri
saklı kalmak kaydıyla, radyo ve
televizyon hizmetleri alanında Üst
Kurulun görev ve yetki alanına giren
konularda herhangi bir yüklenme
işine giremez, özel radyo ve
televizyon şirketlerinde ve bu
şirketlerin doğrudan veya dolaylı
ortaklık bağlı bulunan şirketlerde
ortak veya yönetici olamazlar.
Üst
Kurul üyeleri, üyelikleri süresince
resmi veya özel başkaca hiçbir görev
alamaz, özel veya kamu yayın
kuruluşlarının görev ve yetki
alanına giren konularda doğrudan
veya dolaylı olarak taraf olamaz ve
bu konularda hiçbir menfaat
sağlayamaz, siyasi partiye üye
olamazlar. Amacı sosyal yardım ve
eğitim işlerine yönelmiş derneklerle
vakıflardaki görevler ve kooperatif
ortaklığı bu hükmün dışındadır.
Üst
Kurul üyeleri, kendileri veya üçüncü
derece dahil üçüncü dereceye kadar
kan ve sıhri
hısımlarıyla ilgili konularda
müzakere ve oylamaya katılamaz.
Yukarıdaki esaslara aykırı
davrananlar görevlerinden çekilmiş
sayılır. Bu husus Üst Kurul
tarafından
re’sen veya yapılacak
müracaatın değerlendirilmesi sonunda
karara bağlanır.
Üst Kurul,
Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunun denetimine tabidir.”
4- “MADDE 7.-
3984 sayılı Kanunun 12
nci
maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
Madde
12.- Üst Kurulun gelirleri
şunlardır:
a) Özel
radyo ve televizyon kuruluşlarından
alınacak TV kanal ve radyo frekansı
yıllık tahsis bedelleri.
b) Özel
radyo ve televizyon kuruluşlarının
yıllık brüt reklam gelirlerinden %5
oranında ayrılacak paylar.
c)
Gerektiğinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı bütçesinin
transfer tertibinde yer alacak
ödenek.
d) Radyo ve
televizyon kuruluşlarına 33 üncü
madde uyarınca verilecek idari para
cezaları.
Özel
radyo ve televizyon kuruluşlarından
alınacak yayın izin ve lisans
ücretleri Hazineye gelir kaydedilir.
Üst
Kurul, gerektiği takdirde her yıl
için yapacağı işlerin programını
hazırlayarak Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı bütçesinden
verilmesi gereken ödenek tutarını
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına sunar.
Üst
Kurulun bütçesi ve kadro cetvelleri
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı bütçesi ile birlikte
Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve
Bütçe Komisyonunda incelenir ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunda görüşülerek karara
bağlanır.
Radyo
ve Televizyon Üst Kurulunun yıllık
bütçesinden harcanmayan miktar, yıl
sonunda yurt içinde kültür ve tabiat
varlıklarının, yurt dışında Türk
kültür varlıklarının korunması ve
ihyası amacıyla Kültür Bakanlığı
adına bir kamu bankasında açılan
hesaba aktarılır. Bu hesaptan
yapılacak harcamalara ilişkin usul
ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.
Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu, 2886
sayılı Devlet İhale Kanunu
hükümlerine tabi değildir. Üst
Kurulun alım-satım, kiralama, taşıma
ve sair tedarik işlerine ilişkin
işlemleri bir yönetmelik ile
düzenlenir.
Üst
Kurul, radyo ve televizyonların
reklam gelirlerinin, aracı
kurumların hesaplarıyla birlikte
denetlenmesini Maliye Bakanlığından
talep eder.”
5- “MADDE 8.-
3984 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi
başlığı ile birlikte aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
Gelir
ve cezaların tahsili
Madde 13.- 12
nci
maddenin birinci fıkrasının (b)
bendinde öngörülen reklam
gelirlerinden ayrılacak paylar, elde
edildikleri ayı takip eden ayın en
geç 20’sinde; (a) bendine göre
ödenecek TV kanal ve radyo frekansı
yıllık kira bedeli her yılın Ocak
ayının en geç 20’sinde;
33 üncü
maddede belirtilen idari para
cezaları da cezaların tahakkukunu
müteakip ilgili yayın kuruluşları
tarafından ödenir.
Ödemede
gecikilmesi halinde, ilgili yayın
kuruluşu uyarılarak yedi gün içinde
ödeme yapması istenir. Yapılacak
ihtara rağmen ödeme yapılmaması
halinde, Üst Kurulca ödeme
yapılıncaya kadar yayının
durdurulmasına karar verilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen
tarihlerden itibaren iki ay içinde
ödeme yapılmazsa, Üst Kurulca yayın
izninin ve lisansın iptaline karar
verilir ve ödenmeyen kurum geliri
icra yoluyla tahsil olunur.
Gecikilen ödemeler için 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.”
6- MADDE 10.-
3984 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi
başlığı ile birlikte aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
Telekomünikasyon Kurumunun
yükümlülüğü
Madde 24.-
Türkiye’de ulusal, bölgesel ve yerel
çapta TV kanal ve radyo frekans
planları ile radyo ve televizyon
yayınlarına esas olan frekans
bantları ile ilgili çalışmalar yapma
yetkisi, 2813 sayılı Telsiz Kanunu
uyarınca Telekomünikasyon Kurumuna
aittir.
Telekomünikasyon Kurumu, 2813 sayılı
Telsiz Kanununa uygun olarak Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu, Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu, Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi
Genel Müdürlüğü ve diğer ilgili
kurum ve kuruluşlar ile işbirliği
yaparak hazırlayacağı ulusal,
bölgesel ve yerel çaptaki planları
Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına
sunar.
Haberleşme
Yüksek Kurulu, hazırlanan planı
aynen onaylayabileceği gibi lüzum
gördüğü değişikliklerin yapılmasını
talep edebilir. Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumuna ait radyo
ve televizyonlar ile Meteoroloji
İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde
yayın yapan Meteoroloji Radyosu,
Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde
yayın yapan Polis Radyosuna ulusal,
bölgesel ve yerel, radyo-televizyon
bölümleri bulunan iletişim
fakültelerine yerel bazda frekanslar
ve kanallar ücretsiz olarak tahsis
edilir. Kalan televizyon kanal ve
radyo frekansları, belli bir plan
dahilinde özel kuruluşlara
kullandırılmak üzere Üst Kurulca
ihaleye çıkarılır. Televizyon kanal
ve radyo frekanslarının ne kadarının
hangi takvime göre ihaleye
çıkarılacağına ilişkin plan
Haberleşme Yüksek Kurulu tarafından
saptanarak bu çerçevede ihaleye
çıkarılmak üzere Üst Kurula
bildirilir.
Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumuna tahsis
edilen TV kanallarından biri olan
TRT 3’ten TBMM TV aracılığıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi
faaliyetleri, bir diğer kanaldan da
açıköğretim
yayınları yansıtılır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi faaliyetlerinin hangi
ölçüde yansıtılacağına Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı,
açıköğretim
yayınları için ise eğitim
programlarını hazırlamakla yükümlü
kurumlar Türkiye Radyo-Televizyon
Kurumu ile birlikte karar verir.
Yayın ile ilgili diğer hususlar
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı ile Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu arasında bir
protokolle belirlenir.
Açıköğretim
ve TBMM TV yayınlarından ücret
alınmaz.
Telekomünikasyon Kurumu, Üst Kurulun
bildireceği ve bu Kanun hükümlerine
uygun olarak TV kanal ve radyo
frekansı tahsis edilip, kablosuz
radyo ve televizyon yayın izni ve
lisansı verilen kuruluşlara TV kanal
ve radyo frekans tahsislerini
uygular, ulusal ve uluslararası
alanda tescil ettirir.
Ulusal
ve uluslararası hava ve deniz
seyrüsefer sistemlerine radyo ve
televizyon sistemlerinden zararlı
enterferanslar
gelmesi halinde, Telekomünikasyon
Kurumu can ve mal güvenliğini
tehlikeye düşürmemek amacıyla
enterferansa
sebep olan vericileri geçici olarak
kapatarak mühürler ve sorumlular
hakkında Türk Ceza Kanununun 391
inci maddesi hükmü uygulanır.
Yapılan işler aynı zamanda Üst
Kurula bildirilir.
Haberleşme Yüksek Kurulu, 2813
sayılı Telsiz Kanunu gereğince Üst
Kurul, Türk Telekomünikasyon Anonim
Şirketi Genel Müdürlüğü, Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu ve
Telekomünikasyon Kurumu arasındaki
koordinasyonun yanı sıra konuyla
ilgili olarak Üst Kurula verilmiş
görevlerin takibini de yürütür.”
7- “MADDE 12.-
3984 sayılı Kanunun 28 inci
maddesinin altıncı ve sekizinci
fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki
fıkra eklenmiştir.
Yayını
yapmayan veya karara uygun şekilde
yapmayan veya geciktiren kuruluşun
yayınlarından sorumlu en üst
yöneticisi ile kuruluşun sahibi olan
anonim şirketin yönetim kurulu
başkanına otuz milyar liradan doksan
milyar liraya kadar ağır para cezası
verilir. Ayrıca, kuruluşa Üst
Kurulca eylemin ağırlığına göre üç
aya kadar gelir getirici yayın yapma
yasağı verilebilir. İkinci kez
tekrarı halinde yayın izni iptal
edilir ve en yüksek para cezasına
hükmolunur.
Bu cezalar ertelenemez. Hangi
yayınların gelir getirici yayınlar
olduğu Üst Kurul tarafından
belirlenir.
Gerçek ve
tüzel kişilerin ayrıca genel
hükümlere göre ilgili yayın
kuruluşuna karşı tazminat davası
açma hakkı saklıdır. Yayın kuruluşu
ile birlikte şirketin yönetim kurulu
başkanı da müştereken ve
müteselsilen
sorumludur. Zarar doğurucu fiilin
işlenmesinden sonra yayın
kuruluşunun devredilmesi, başka bir
kuruluşla birleşmesi veya sahibi
olan şirketin herhangi bir surette
değişmesi halinde yayın kuruluşunu
devralan, birleşen ve her ne suretle
olursa olsun yayın kuruluşunun
sahibi veya hissedarı olan şirket ve
şirketin yönetim kurulu başkanı da
bu fiil nedeniyle hükmedilen
tazminattan yayın kuruluşu ile
birlikte müştereken ve
müteselsilen
sorumludur. Tazminat talebinin haklı
görülmesi halinde
tazminat
miktarı, on milyar liradan az
olmamak üzere
fiilin ağırlık derecesine göre
belirlenir. On milyar liralık alt
sınır her yıl Maliye Bakanlığınca
ilan edilen yeniden değerleme
oranında artırılır. Bu maddeye göre
açılacak manevi tazminat davalarında
hakim
tensip kararı
ile birlikte bilirkişiyi de tayin
eder ve
davayı en geç altı ay içinde karara
bağlar.
Bu
maddeye göre açılan davalarda
tazminata hükmedilmesi halinde,
bankalarca uygulanan en yüksek
işletme kredisi faizi üzerinden
temerrüt faizine de hükmedilir.”
8- “MADDE 13.-
3984 sayılı Kanunun 29 uncu maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde
29.- Radyo ve televizyon yayın izni
verilen veya verilecek anonim
şirketleri hisse oranları ve şirket
yapısıyla ilgili uyulması gereken
diğer hususlar şunlardır:
a)
Siyasi partiler, dernekler,
sendikalar, meslek kuruluşları,
kooperatifler, vakıflar, mahalli
idareler ile bunlar tarafından
kurulan veya bunların ortak
oldukları şirketler, iş ortakları,
birlikler ile üretim, yatırım,
ihracat, ithalat, pazarlama ve
finans kurum ve kuruluşlarına radyo
ve televizyon yayın izni verilmez;
bu kuruluşlar radyo ve televizyon
yayın izni almış şirketlere ortak
olamazlar.
b) Bu
Kanuna göre radyo ve televizyon
yayın izni, Türk Ticaret Kanunu
hükümlerine göre sadece radyo ve
televizyon yayıncılığı, haberleşme,
eğitim, kültür ve sanat amacıyla
kurulmuş anonim şirketlere verilir.
Aynı şirket ancak bir radyo ve bir
televizyon işletmesi kurabilir.
c) Özel
radyo ve yayın kuruluşlarının
hisseleri nama yazılı olmak
zorundadır. Bu şirketlerde herhangi
bir kişi lehine intifa senedi ihdas
edilemez.
d) Üst Kurul
tarafından düzenlenecek yönetmeliğe
uygun olarak her yıl yapılacak
yıllık ortalama izlenme oranı
ölçümlerine göre yıllık ortalama
izlenme veya dinlenme oranı %20’yi
geçen bir televizyon veya radyo
kuruluşunda bir gerçek veya tüzel
kişinin veya bir sermaye grubunun
sermaye payı %50’yi
geçemez.
Gerçek kişinin hisselerinin
hesaplanmasında üçüncü derece dahil
olmak üzere üçüncü dereceye kadar
kan ve sıhri
hısımlara ait hisseler de aynı
kişiye aitmiş gibi hesaplanır.
e) Bir gerçek
veya tüzel kişi veya bir sermaye
grubu %50’den fazla hissesine sahip
olduğu bir televizyon veya radyonun
yıllık ortalama izlenme veya
dinlenme payı %20’yi geçerse Üst
Kurul tarafından yapılan bildirimden
itibaren doksan gün içinde, ortağı
bulunduğu televizyon veya radyodaki
hisselerinin bir bölümünü halka arz
ederek veya bir kısım hisselerini
satarak, sermaye payını %50’nin
altına indirir. Yıllık izlenme veya
dinlenme oranının aşımı birden fazla
televizyon ve radyodaki hisselerin
toplamı nedeniyle meydana gelmişse,
bu oranı %50’nin altına indirecek
biçimde yeterli sayıda şirketi
satar. Bu yükümlülüğün ihlali
durumunda kuruluşun yayın izni iptal
edilir.
f)
Ulusal izlenme oranları, Üst Kurul
tarafından her takvim yılı için
tespit edilir ve o yılı izleyen Ocak
ayı içinde açıklanır.
g) Özel
radyo ve televizyon yayın
kuruluşlarının hisse senetlerinin
halka arzında 2499 sayılı Sermaye
Piyasası Kanununa göre Sermaye
Piyasası Kurulundan izin almadan
önce Üst Kurulun onayının alınması
şarttır.
h) Bir
özel radyo ve televizyon yayın
kuruluşunda yabancı sermayenin payı
ödenmiş sermayenin %25’ini
geçemez.
ı) Bir
özel radyo ve televizyon yayın
kuruluşunda ortak olan gerçek veya
tüzel yabancı kişi bir başka radyo
ve televizyon kuruluşuna ortak
olamaz.
i)
Yerli veya yabancı hissedarlar
hiçbir şekilde imtiyazlı hisse
senedine sahip olamazlar.
j)
Radyo ve televizyon yayını izni
verilen bir anonim şirketin hisse
devirleri, devir tarihinden itibaren
bir ay içinde, ortakların ad ve
soyadları ile şirketin devri
sonucunda oluşan ortaklık yapısı ve
oy payları hakkındaki bilgilerle Üst
Kurula bildirilir. Bu şirketlerin
bir başka şirkete devri, bir başka
şirketin devralınması, bir başka
şirketle birleşme işlemlerinden
önce, Üst Kuruldan gerekli bilgi ve
belgelerle izin alınması zorunludur.
Bu işlemler sonucunda şirket
yapısında bu Kanun hükümlerinde
öngörülen hususlara aykırılık
oluştuğu takdirde Üst Kurulun
vereceği süre zarfında bu aykırılık
giderilmek zorundadır. Aksi halde
yayın izni iptal edilir.
k)
Radyo ve televizyon yayın izni
verilen veya verilecek anonim
şirketlerde bulunması gereken diğer
asgari idari, mali ve teknik
şartlarla yayın alanı, yayın saat ve
süreleri ile ilgili esaslar her yıl
Üst Kurul tarafından tespit olunur.
Şirketler yapılarını verilen süre
içinde tespit olunan şartlara
uydurmak zorundadır. Aksi halde
yayın izni iptal edilir.
l)
Radyo ve televizyon yayın
kuruluşları, yayın izninin
verilmesinden sonra da esas
sözleşmelerine bu Kanundaki esaslara
aykırı hükümler koyamazlar; iştigal
konularına, radyo ve televizyon
yayıncılığı ile bağdaşmayan
faaliyetleri dahil edemezler.
m) Yurt
dışından Türkiye’ye yönelik yayın
yapan radyo ve televizyon
kuruluşlarına kanal, frekans ve
kablo kapasitesi tahsis edilemez.
Bunlara Türkiye’de vergi mükellefi
olanlar tarafından verilen reklam ve
ilan bedelleri vergi matrahlarından
düşülemez. Ancak, uydu platformu ve
kablo sisteminden iletilen ve yurt
dışından yapılan yabancı kaynaklı
yayınların Türkçe
seslendirilmelerine, birkaç dilden
aynı anda yayın yapılmasına ve
Türkçe reklam girişine olanak
tanınır. Türkçe reklam girişi
yapılan yayınlar için Üst Kurulun
ilgili reklam yönetmeliği
uygulanır.”
9-
“MADDE
14.-
3984 sayılı Kanunun 31 inci maddesi
başlığı ile birlikte aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
Program
hizmetinin içeriği ve yeni yayın
tekniklerinin kullanımı
Madde
31.- Radyo ve televizyon
kuruluşları, yayınlarında belli oran
ve saatlerde eğitim, kültür, Türk
halk ve Türk sanat müziği
programlarına yer vermek
zorundadırlar. Bu programların tür
ve oranlarıyla ilgili esaslar Üst
Kurul tarafından tespit edilir.
Tematik
kanallar, bu zorunluluktan muaf
tutulur.
Tematik yayın yapmak isteyen
kuruluşlar, başvuru sırasında bu
hususu belirtir. Bu kanallar, Üst
Kurulun izni olmadan yayın türünü
değiştiremez.
Tematik kanallarla ilgili
usul ve esaslar Üst Kurulca
belirlenir.
Her türlü
teknoloji ile ve her tür iletişim
ortamında yapılacak yayın ve
hizmetlerin usul ve esasları,
Haberleşme Yüksek Kurulunun
belirleyeceği strateji çerçevesinde
Üst Kurulca tespit edilip,
Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına
sunulur. Bu yayın ve hizmetlerin
mevzuata uygunluğu Üst Kurulca
denetlenir.”
10- “MADDE 16.-
3984 sayılı Kanunun 33 üncü maddesi
başlığı ile birlikte aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
Uyarı,
para cezası, durdurma ve iptal
Madde 33.- Üst
Kurul, öngördüğü yükümlülükleri
yerine getirmeyen, izin şartlarını
ihlal eden, yayın ilkelerine ve bu
Kanunda belirtilen diğer esaslara
aykırı yayın yapan özel radyo ve
televizyon kuruluşlarını uyarır veya
aynı yayın kuşağında açık şekilde
özür dilemesini ister. Bu talebe
uyulmaması veya aykırılığın tekrarı
halinde ihlale konu olan programın
yayını, bir ila
oniki kez arasında
durdurulur.
Bu süre içinde
programın yapımcısı ve varsa
sunucusu hiçbir ad altında başka bir
program yapamaz.
Yayını durdurulan programların
yerine, aynı yayın kuşağında ve
reklamsız olarak, ilgili kamu kurum
ve kuruluşlarına Üst Kurulca
hazırlattırılacak eğitim, kültür,
trafik, kadın ve çocuk hakları,
gençlerin fiziksel ve ahlaki
gelişimi, uyuşturucu ve zararlı
alışkanlıklarla mücadele, Türk
dilinin güzel kullanımı ve çevre
eğitimi konularında programlar
yayınlanır.
Aykırılığın
tekrarı halinde;
a) Ulusal
düzeyde yayın yapan kuruluşlara,
ihlalin ağırlığına göre,
yüzyirmibeş
milyar liradan az olmamak kaydıyla
ikiyüzelli
milyar liraya kadar,
b) Yerel,
bölgesel ve kablo ortamından yayın
yapan kuruluşlara;
1. Kapsadığı
yayın alanı itibariyle, bir
milyondan fazla nüfusa ulaşan il ve
ilçelere yayın yapanlara, ihlalin
ağırlığına göre, altmış milyar
liradan az olmamak kaydıyla yüz
milyar liraya kadar,
2. Kapsadığı
yayın alanı itibariyle,
beşyüz
bin ila bir milyon arasında nüfusa
ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara ihlalin ağırlığına göre,
otuz milyar liradan az olmamak
kaydıyla altmış milyar liraya kadar,
3. Kapsadığı
yayın alanı itibariyle,
ikiyüzelli
bin ila beşyüz
bin arasında nüfusa ulaşan il ve
ilçelere yayın yapanlara, ihlalin
ağırlığına göre,
yirmimilyar
liradan az olmamak kaydıyla kırk
milyar liraya kadar,
4. Kapsadığı
yayın alanı itibariyle,
ikiyüzellibinden az nüfusa
ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara, ihlalin ağırlığına göre,
beş milyar liradan az olmamak
kaydıyla on milyar liraya kadar,
c) Radyo
yayınları için yukarıdaki
miktarların yarısı kadar,
İdari para
cezası uygulanır.
Bu
maddedeki para cezaları, her yıl
Maliye Bakanlığınca ilan edilen
yeniden değerleme oranında
artırılır.
İhlalin, ihlal tarihinden itibaren,
takip eden bir yıl içinde tekrarı
halinde bu idari para cezaları yüzde
elli oranında artırılır. İhlalin,
ihlal tarihinden itibaren takip eden
bir yıl içinde üçüncü kez tekrarında
ihlalin ağırlığına göre izin
uygulaması bir yıla kadar geçici
olarak durdurulur.
4 üncü
maddenin ikinci fıkrasının (a), (b)
ve (c) bentlerindeki ilkelere aykırı
yayın yapılması halinde
uyarı yapılmaz
ve yayın kuruluşunun yayını bir ay
durdurulur. İhlalin tekrarı halinde
yayın süresiz olarak durdurulur ve
yayın lisans izni iptal edilir.
Yayın
izninin verilmesi için gerekli
şartlardan birini kaybeden veya
şartların uygunluğunu hile ile elde
eden kuruluşların yayın lisans izni
iptal edilir.
Uyarı
cezasını gerektiren haller dışındaki
ihlallerde ilgili tarafın savunması
alınır.
Cezaların uygulanış usulleri ile
gerekçeli olarak kamuoyuna duyuruluş
şekli yönetmelikle belirlenir.”
11-
“MADDE
17.-
3984 sayılı Kanuna aşağıdaki
maddeler eklenmiştir.
EK MADDE 1.-
Bu Kanuna göre yayın izni verilen
özel radyo ve televizyon
kuruluşlarının, kendilerine tahsis
edilen TV kanal ve radyo
frekansından yapacakları
yayınlarını, Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumunun veya bu
amaçla özel yayın kuruluşlarıyla
ortak kuracağı şirketin görev ve
sorumluluğunda işletilen verici
tesislerinden yapmaları asıldır.
Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu,
verici tesislerinin kurulması,
işletilmesi, yenilenmesi ve bu
tesislerde değişiklik yapılması
sırasında özel yayın kuruluşlarının
ihtiyaçlarını da göz önünde tutar.
Kurulmasına
izin verilen tesislerin bu Kanunda
ve izin belgesinde öngörülen amaçlar
için kullanılıp kullanılmadığı Üst
Kurul tarafından denetlenir.
Özel radyo ve
televizyon yayın kuruluşlarının
Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun
verici tesislerinden yararlanma usul
ve esasları ile yıllık kira
bedelleri Türkiye Radyo-Televizyon
Kurumu tarafından belirlenerek Üst
Kurulun onayıyla yürürlüğe konulur.
EK MADDE 2.-
Bu Kanunda belirtilen istisnalar
dışında, Üst Kuruldan izin almadan
radyo ve televizyon yayını yapan
ya da
Üst Kurul tarafından geçici
ya da
sürekli iptal edilmesine rağmen
yayın yapan kişiye, kuruluşların ise
sahip ve yöneticilerine, fiilleri
bir başka suç oluştursa bile, fiilin
ağırlığına göre altı aydan iki yıla
kadar hapis cezası ve bir milyar
liradan yüz milyar liraya kadar para
cezası verilir. Ancak, Türkiye
Cumhuriyetinin varlık ve
bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne
karşı yıkıcı ve bölücü faaliyetlere
sevk edecek şekilde yayın yaptıkları
tespit edilerek yayınları durdurulan
veya yayın izinleri iptal edilen
kişiler, bu kuruluşların sahipleri
ve yöneticileri ile bu tür
yayınlarda görev alanlar Türk Ceza
Kanununun 314 üncü maddesine göre
cezalandırılır. Ayrıca tüm yayın
cihazları Türk Ceza Kanununun 36
ncı
maddesine göre müsadere edilir.
Yayın
bantlarını bir yıl süre ile muhafaza
etmeyen ve bu süre içinde Üst Kurul
veya Cumhuriyet savcılığınca
istenmesine rağmen sesli ve
görüntülü olarak teslim etmeyen
yayın kuruluşlarının sahip ve
yöneticileri, altı aydan bir yıla
kadar ağır hapis ve bir milyar
liradan on milyar liraya kadar ağır
para cezası ile cezalandırılır.
Ayrıca, bir aydan üç aya kadar
ilgili kuruluşun yayınının
durdurulmasına karar verilir.
Gönderilen bandın içerik bakımından
istenen yayın olmaması veya bantta
tahrifat, çıkarma, silme gibi
işlemler yapılması halinde, ayrıca
iki yıldan on yıla kadar ağır hapis
ve iki milyar liradan on milyar
liraya kadar ağır para cezası
verilir.
Bu maddedeki
para cezaları, her yıl Maliye
Bakanlığınca ilan edilen yeniden
değerleme oranında artırılır.
EK MADDE 3.-
Radyo ve televizyon yayınları, yayın
ilkeleri ve bu Kanunda belirtilen
diğer esaslara uygunluğu yönünden,
a)
Ulusal, bölgesel ve yerel düzeydeki
yayınlar Üst Kurul tarafından
izlenir ve değerlendirilir.
b) Üst Kurulun
uygun göreceği yerlerdeki yerel ve
bölgesel yayınların izlenmesi ve
kayda alınması İçişleri Bakanlığının
görevlendireceği birimlere
devredilebilir. Bu halde gerekli
teknik donanım ve ilgili personelin
eğitimi Üst Kurulca sağlanır ve
masrafları Üst Kurulca karşılanır.
Yayın ilkeleri ve bu Kanunda
belirtilen diğer esaslara
aykırılığından kuşkulanılan
yayınların bandı, değerlendirilmek
üzere Üst Kurula gönderilir.
İçişleri Bakanlığı ile Üst Kurul
arasındaki işbirliği bir protokol
ile düzenlenir.
Telekomünikasyon Kurumunun milli
monitoring
faaliyetleri kapsamında yayınları
izleme imkanının olması halinde, Üst
Kurul ile Telekomünikasyon Kurumu
arasında imzalanan bir protokol
kapsamında bu yayınlar
Telekomünikasyon Kurumunca izlenir
ve değerlendirilmek üzere Üst Kurula
iletilir.
EK MADDE 4.-
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun
yayın lisansı verdiği bir kuruluş bu
lisansı, yayın istasyonlarını ve
şebekelerini, Üst Kurulun izniyle
bir üçüncü kuruluşa devredebilir.
Yayın
izni talebinde bulunan kuruluşların
yerine getirmeleri gereken teknik ve
mali yeterlilik şartları, devir
şartları ile diğer ön şartlar, Üst
Kurul tarafından yönetmeliklerle
tespit edilir.
EK MADDE 5.-
Bu Kanunda geçen “Telsiz Genel
Müdürlüğü” ibaresi “Telekomünikasyon
Kurumu” olarak değiştirilmiştir.”
12-
“MADDE
18.-
3984 sayılı Kanunun
8 inci
maddesinin (a) bendi ile
35 inci maddesi yürürlükten
kaldırılmıştır.”
13-
MADDE 19.-
15.7.1950 tarihli ve 5680 sayılı
Basın Kanununun 16
ncı
maddesinin birinci fıkrasının (1)
numaralı bendi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
1.
Mevkutelerle işlenen suçlarda
sorumluluk, suçu meydana getiren
yazıyı veya haberi yazan veya resmi
veya karikatürü yapan kimse ile
beraber bu mevkutenin ilgili sorumlu
müdürüne; 19 uncu maddeye aykırı
hareket edilmesi halinde ise sözü
edilen kişilerle birlikte mevkutenin
sahibi olan gerçek kişiye ve mevkute
sahibi olan anonim şirketlerde
yönetim kurulu başkanı ile diğer
şirket ve tüzel kişilere ait
mevkutelerde tüzel kişiliğin en üst
yöneticisine aittir. Ancak, sorumlu
müdürler için verilen hürriyeti
bağlayıcı cezalar, sürelerine
bakılmaksızın para cezasına
çevrilerek
hükmolunur ve bu cezalar
ertelenemez.”
14-
“MADDE
20.-
5680 sayılı Kanunun 17
nci
maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
Madde
17.-”Basın yolu ile işlenen yalan
haber, hakaret, sövme ve her türlü
fiilden doğacak maddi ve manevi
zararlardan, 16
ncı maddeye göre sorumlu
olanlarla birlikte Borçlar Kanununun
genel hükümlerine göre mevkutelerde
sahibi ve mevkute olmayanlarda
naşiri; mevkute sahibi ile mevkute
olmayanların naşirinin şirket olması
halinde şirket ile birlikte anonim
şirketlerde yönetim kurulu başkanı,
diğer şirket ve tüzel kişilerde en
üst yönetici müştereken ve
müteselsilen
sorumludur. Tazminat talebinin haklı
görülmesi halinde
tazminat
miktarı, on milyar liradan az
olmamak üzere
fiilin ağırlık
derecesine göre belirlenir. On
milyar liralık alt sınır her yıl
Maliye Bakanlığınca ilan edilen
yeniden değerleme oranında
artırılır. Bu maddeye göre açılacak
manevi tazminat davalarında hakim
tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve
davayı en geç altı ay içinde karara
bağlar.”
15-
“MADDE
22.-
5680 sayılı Kanunun 20
nci
maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
Madde 20.- 4
üncü maddenin birinci ve ikinci
fıkralarında yazılı hususları
göstermeyen sorumlular on milyar
liradan elli milyar liraya kadar
ağır para cezası ile cezalandırılır.
Bu hususları
gerçeğe aykırı şekilde gösterenler
ile sorumluların belirlenmesini veya
mahkeme kararlarının uygulanmasını
güçleştirecek şekilde değiştirenler,
otuz milyar liradan doksan milyar
liraya kadar ağır para cezasına
mahkum edilirler. Verilen para
cezası ertelenemez.”
16- “MADDE
25.- 5680 sayılı Kanunun 21 inci
maddesinin birinci fıkrasındaki “onbin
liradan otuzbin
liraya” ibaresi, “on milyar liradan
otuz milyar liraya”, ikinci
fıkrasındaki “yirmibin
liradan
altmışbin liraya” ibaresi
“yirmi milyar liradan altmış milyar
liraya”; 22 nci
maddesinde geçen “yirmibin
liradan ellibin
liraya” ibaresi, “yirmi milyar
liradan yüz milyar liraya”; 23 üncü
maddesindeki “100 liradan 500
liraya” ibaresi “on milyar liradan
elli milyar liraya”; 24 üncü
maddesindeki “yirmibin
liradan ellibin
liraya” ibaresi “otuz milyar liradan
yüz milyar liraya”; 25 inci
maddesindeki “yüzellibin
liradan” ibaresi “onbeş
milyar liradan”; 26
ncı
maddesindeki “yirmibin
liradan ellibin
liraya” ibaresi “elli milyar liradan
yüz milyar liraya”; 28 inci
maddesindeki “yirmibin
liradan ellibin
liraya” ibaresi “yirmi milyar
liradan yüz milyar liraya”; 30 uncu
maddesindeki “1 000 liradan 10 000
liraya” ibaresi “yirmi milyar
liradan yüz milyar liraya”; 31 inci
maddesindeki “ellibin
liradan yüzbin
liraya” ibaresi “elli milyar liradan
yüz milyar liraya”; 32
nci
maddesindeki “100 liradan 1 000
liraya” ibaresi “beş milyar liradan
yirmi milyar liraya”; 33 üncü
maddesindeki “on milyon liradan otuz
milyon liraya” ibaresi “on milyar
liradan otuz milyar liraya”; 34 üncü
maddesindeki “1 000 liradan 10 000
liraya” ibaresi “bir milyar liradan
on milyar liraya” şeklinde
değiştirilmiştir.”
17- “GEÇİCİ
MADDE 4.- Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca seçilecek
beş üyesi, siyasi parti gruplarınca
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlık Divanı oluşum formülüne
göre belirlenecek kontenjan
doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına, Bakanlar
Kurulunca seçilecek üye adayları
ilgili kurum ve kuruluşlar
tarafından Başbakanlığa bu Kanunun
yayımı tarihinden itibaren bir ay
içinde bildirilir. Siyasi parti
gruplarınca gösterilen adayların;
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca işaret oyuyla ayrı
ayrı
oylanmaları suretiyle seçimleri
yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine
ilgili siyasi parti gruplarınca yeni
adaylar bildirilir.”
B- Dayanılan
ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Dava
dilekçelerinde, Anayasa’nın
Başlangıcı ile 2., 5., 10., 13.,
15., 26., 28., 29., 30., 38., 87.,
133., 141., 166. ve 167. maddelerine
dayanılmış, 8., 160. ve 165.
maddeleriyle de ilgili görülmüştür.
III- İLK
İNCELEME
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi
uyarınca belirtilen dosyalarla
ilgili değişik tarihlerde yapılan
ilk inceleme toplantıları sonunda,
dosyalarda eksiklik bulunmadığından
işin esasının incelenmesine
oybirliğiyle karar verilmiştir.
IV- YÜRÜRLÜĞÜN
DURDURULMASI İSTEMİ
Dava
konusu 15.5.2002 günlü, 4756
sayılı “Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun,
Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu
ile Kurumlar Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”
un:
A- 2.
maddesiyle değiştirilen 13.4.1994
günlü, 3984 sayılı, Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun’un 4.
maddesinin ikinci fıkrasının, (k)
bendinde yer alan “... korku
salacak yayın ...” sözcükleri ile
(v) bendinin “Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk, ...
eğilimlerini körükleyici ...
nitelikte olmaması” bölümünün
yürürlüklerinin durdurulması
isteminin REDDİNE,
Haşim
KILIÇ, Yalçın ACARGÜN, Ertuğrul
ERSOY, Ahmet AKYALÇIN ile Enis
TUNGA’nın
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
B- 3.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 6. maddesinin birinci
fıkrasının (b), (c) ve (d)
bentlerinin yürürlüklerinin
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
C- 5.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 9. maddesinin son
fıkrasının yürürlüğünün durdurulması
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D- 7.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 12. maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendinin yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
E- 8.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 13. maddesinin birinci
fıkrasının “... 33 üncü maddede
belirtilen idarî para cezaları da
cezaların tahakkukunu müteakip
ilgili yayın kuruluşları tarafından
ödenir” bölümünün yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
F- 10.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 24. maddesinin birinci,
ikinci ve üçüncü fıkralarının
yürürlüklerinin durdurulması
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G- 12.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 28. maddesinin;
1-
Altıncı fıkrasının yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
2-
Sekizinci fıkrasının, dördüncü
tümcesinde yer alan “... tazminat
miktarı, on milyar liradan az
olmamak üzere...” ibaresi ile
altıncı tümcesinde yer alan “...
tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve ...”
ibaresinin, yürürlükleri 12.6.2002
günlü, E. 2002/97, K. 2002/9
(Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararla
durdurulduğundan, bunlara ilişkin
istem hakkında YENİDEN KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
H- 13.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 29. maddesinin birinci
fıkrasının (d) ve (e) bentlerinin,
yürürlükleri 12.6.2002 günlü, E.
2002/97, K. 2002/9 (Yürürlüğü
Durdurma) sayılı kararla
durdurulduğundan, bunlara ilişkin
istem hakkında YENİDEN KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
I- 14.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 31. maddesinin ikinci
fıkrasının yürürlüğünün durdurulması
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
İ- 17.
maddesiyle 3984 sayılı Yasa’ya
eklenen, Ek Madde 1, Ek Madde 2’nin
birinci ve ikinci fıkraları ve Ek
Madde 3’ün birinci fıkrasının (b)
bendinin birinci paragrafının,
yürürlüklerinin durdurulması
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
J- 18.
maddesinde yer alan “... 8 inci
maddesinin (a) bendi ile
...”ibaresinin, yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
K- 19.
maddesiyle değiştirilen 15.7.1950
günlü, 5680 sayılı Basın Kanunu’nun
16. maddesinin birinci fıkrasının
(1) numaralı bendinin yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
L-
Geçici 4. maddesinin, yürürlüğü
12.6.2002 günlü, E. 2002/97, K.
2002/9 (Yürürlüğü Durdurma) sayılı
kararla durdurulduğundan, buna
ilişkin istem hakkında YENİDEN KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE, 27.6.2002 gününde , E.
2002/100, K. 2002/13 (Yürürlüğü
Durdurma) ile;
“15.5.2002 günlü, 4756 sayılı
“Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun, Basın
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile
Kurumlar Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”
un:
A) 1-
3. maddesiyle değiştirilen 13.4.1994
günlü, 3984 sayılı, Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun’un 6. maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendinin,
Mustafa BUMİN,
Samia AKBULUT ile Fulya
KANTARCIOĞLU’nun
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- 12.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 28. maddesinin sekizinci
fıkrasının;
a-
Dördüncü tümcesinde yer alan “...
tazminat miktarı, on milyar liradan
az olmamak üzere...” ibaresinin,
Samia
AKBULUT ile Enis
TUNGA’nın
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
b-
Altıncı tümcesinde yer alan “...
tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve ...”
ibaresinin, Enis
TUNGA’nın
karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- 13.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 29. maddesinin (d) ve (e)
bentlerinin, Mustafa BUMİN,
Samia
AKBULUT, Yalçın ACARGÜN, Nurettin
TURAN ile Fulya
KANTARCIOĞLU’nun
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- 20.
maddesiyle değiştirilen 15.7.1950
günlü, 5680 sayılı, Basın Kanunu’nun
17. maddesinin birinci fıkrasının
ikinci tümcesinde yer alan “...
tazminat miktarı, on milyar liradan
az olmamak üzere...” ibaresi ile
dördüncü tümcesinde yer alan “...
tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve ...”
ibaresinin,
Samia AKBULUT ile Enis
TUNGA’nın
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
5-
Geçici 4. maddesinin, Mustafa BUMİN,
Samia
AKBULUT ile Fulya
KANTARCIOĞLU’nun
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
Anayasa’ya aykırılığı konusunda
güçlü belirtiler bulunması ve
uygulanmalarından doğacak sonradan
giderilmesi güç veya olanaksız durum
ve zararların önlenmesi için ESAS
HAKKINDA KARAR VERİLİNCEYE KADAR
YÜRÜRLÜKLERİNİN DURDURULMASINA,
B)
1- 2. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 4. maddesinin ikinci
fıkrasının (k) bendindeki “...veya
korku salacak...” ve (v) bendindeki
“... karamsarlık, umutsuzluk,...”
sözcüklerinin,
Haşim KILIÇ, Yalçın ACARGÜN,
Ertuğrul ERSOY, Ahmet AKYALÇIN ile
Enis TUNGA’nın
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- 16.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 33. maddesinin;
a- Birinci fıkrasının,
OYBİRLİĞİYLE,
b-
İkinci fıkrasının,
Haşim
KILIÇ’ın
karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- 22.
maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı
Yasa’nın 20. maddesinin,
OYBİRLİĞİYLE,
4- 25.
maddesiyle 5680 sayılı Yasa’nın 21,
22, 23, 24, 25, 26, 28, 30, 31, 32,
33 ve 34. maddelerinde yapılan
değişikliklerin, OYBİRLİĞİYLE,
YÜRÜRLÜKLERİNİN DURDURULMASI
İSTEMİNİN REDDİNE, 12.6.2002
gününde E. 2002/97, K. 2002/9
(Yürürlüğü Durdurma) ile karar
verilmiştir.
V- ESASIN
İNCELENMESİ
Dava
dilekçeleri ve ekleri, işin esasına
ilişkin rapor, iptali istenen yasa
kuralları, dayanılan Anayasa
kuralları ve bunların gerekçeleri
ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
A- Birleştirme
Kararı
15.5.2002 günlü, 4756 sayılı “Radyo
ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun, Basın
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile
Kurumlar Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un
2. ve 16. maddelerinin kimi
bölümlerinin iptaline ve
yürürlüklerinin durdurulmasına karar
verilmesi istemiyle açılan
Esas:2002/97, Esas:2002/110 sayılı
davaların, aralarındaki hukuki
irtibat nedeniyle Esas:2002/100
sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE,
esaslarının kapatılmasına, esas
incelemenin 2002/100 esas sayılı
dosya üzerinden yürütülmesine,
21.7.2004 gününde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.
B- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
1- 4756 sayılı
Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen
13.4.1994 günlü, 3984 sayılı “Radyo
ve Televizyonların Kuruluşu ve
Yayınları Hakkında Kanun”un 4.
maddesinin ikinci fıkrasının (b)
bendinin “veya toplumda nefret
duyguları oluşturan” bölümü ile
(k) bendinin “veya korku salacak”
bölümünün incelenmesi
Başvuru
dilekçelerinde, dava konusu “veya
toplumda nefret duyguları oluşturan”
ve “veya korku salacak”
ibarelerinin, soyut ve içeriği
belirgin olmayan, kişisel anlayış ve
takdire göre değişen nitelikte
olduğu, bu belirsizliğin radyo ve
televizyonların doğru ve yansız
yayın yapmalarını yurt ve dünya
gerçeklerinin halka duyurulmasını
engelleyeceği belirtilerek,
Anayasa’nın 2., 5., 13., 26., 28. ve
38. maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüştür.
4756
sayılı Kanun’un 2. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un,
radyo, televizyon ve veri
yayınlarında uyulması gereken yayın
ilkelerinin düzenlendiği 4.
maddesinin ikinci fıkrasının dava
konusu “veya toplumda nefret
duyguları oluşturan” ibaresinin yer
aldığı (b) bendinde, toplumu
şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa
sevk eden veya halkı sınıf, ırk,
dil, din, mezhep ve bölge farkı
gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik
eden veya toplumda nefret duyguları
oluşturan yayınların yapılamayacağı;
“veya korku salacak” ibaresinin yer
aldığı (k) bendinde ise, suçlu
olduğu yargı kararı ile
kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu
ilân edilemeyeceği veya suçluymuş
gibi gösterilemeyeceği, kişileri suç
işlemeye yönlendirecek veya korku
salacak yayın yapılamayacağı
belirtilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
hukuk devleti, eylem ve işlemleri
hukuka uygun, insan haklarına
saygılı, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukukun üstün kurallarıyla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde Anayasa’nın ve
yasakoyucunun
da uyması gereken temel hukuk
ilkeleri bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Radyo,
televizyon ve veri yayınları ile
büyük halk kitleleri istenilen
doğrultuda yönlendirilebilir.
Nefret duygularını oluşturan veya
korku salan yayınlara imkân
verilmesi halinde toplumun huzur ve
düzeninin etkileneceği kuşkusuzdur.
Sürekli değişen toplumsal olaylar
karşısında insanlar arasında nefret
duygularını oluşturan veya korku
salan yayınların neler olduğunun
önceden yasa koyucu tarafından
belirlenmesindeki güçlük
gözardı
edilemez ise de, bu kavramlara zaman
içinde öğreti ve yargı kararlarıyla
içerik ve anlam kazandırıldığı da
bir gerçektir. Bu nedenle, dava
konusu kuralların belirsizliğinden
bu bağlamda Anayasa’nın 2. maddesine
aykırılığından söz edilemez.
Anayasa’nın düşünceyi açıklama ve
yayma hürriyetinin kullanılmasına
ilişkin 26. maddesinin ilk
fıkrasında bu özgürlüğün kapsamı
belirlenmiş, ikinci fıkrasında, kamu
düzeni ve kamu güvenliği bu
özgürlüğün sınırlama nedenleri
arasında gösterilmiş, basın
özgürlüğüne ilişkin 28. maddesinin
ikinci fıkrasında “Devlet, basın ve
haber alma hürriyetlerini sağlayacak
tedbirleri alır” denildikten sonra
üçüncü fıkrasında basın hürriyetinin
sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve
27. maddeleri hükümlerinin
uygulanacağı belirtilmiştir.
13.
madde de ise, “Temel
hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin
ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”
denilmiştir.
Toplumda nefret duygularını
oluşturan veya korku yaratacak
yayınların kamu düzeni ve kamu
güvenliği ile yakından ilgili
olduğu, bunların korunması amacıyla
da iptali istenilen kurallarla
önlemler getirildiği
anlaşılmaktadır.
Dava konusu kuralla yasaklanan
yayınlara izin verilmesi halinde
bunların kamu düzeni ve kamu
güvenliği bakımından yaratabileceği
ağır sonuçlar gözetildiğinde,
yapılan düzenlemenin demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olduğu
ileri sürülemez.
Öte yandan, dava konusu ibarelerle
ilgili uyuşmazlıklarda, yargı yoluna
başvurma olanağının bulunmasının,
kişilerin yanlış uygulamalardan
etkilenmelerini önleyecek, yeterli
güvenceyi oluşturduğu da açıktır.
Belirtilen nedenlerle, iptali
istenilen bölümler Anayasa’nın 2.,
13., 26. ve 28. maddelerine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
Başvuru dilekçesinde dava konusu
ibarelerin, Anayasa’nın 5. ve 38.
maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmekte ise de, bu maddelerle
ilgisi görülmemiştir.
2- Kanun’un 2.
Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı
Kanun’un 4. Maddesinin İkinci
Fıkrasının (r) Bendinde Yer Alan
“... ana program ile ...”
İbaresinden Sonra Gelen “İlgili”
Sözcüğünün İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, bölünür ekran yoluyla
ana program ile ilgili bilgi veren
konuları işleyen yayın yapılmamasını
öngören kuralın haklı bir nedene
dayanmadığı, yayıncılığın temel
ilkeleriyle bağdaşmadığı
belirtilerek, kuralın Anayasa’nın
26. ve 28. maddelerine aykırılığı
ileri sürülmüştür.
Yasa’nın dava konusu sözcüğün de yer
aldığı (r) bendinde, televizyonda
bölünür ekran yoluyla ana program
ile ilgili veya ilgisiz bilgiler
veren konuları işleyen yayınların
yapılması ve çerçeveler veya alt
yazı tekniği kullanılarak sürekli
yayın yapılmaması, haberde konu ile
ilgili olmayan görüntülerin
verilmemesi, haberle benzerlik arz
eden görüntülerin arşiv niteliğinin
belirtilmesi, uyulması gereken yayın
ilkeleri arasında yer almıştır.
Anayasa’nın düşünceyi açıklama ve
yayma hürriyeti başlıklı 26.
maddesinin ikinci fıkrasında “Bu
hürriyetlerin kullanılması, millî
güvenlik, kamu düzeni,
kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel
nitelikleri ve Devletin ülkesi ve
milleti ile bölünmez
bütünlüğünün korunması, suçların
önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı
olarak usulünce belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması,
başkalarının şöhret veya haklarının,
özel ve aile hayatlarının yahut
kanunun öngördüğü meslek sırlarının
korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine
getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir”
denilmiştir.
Televizyonda bölünür ekran yoluyla
ana programla ilgili bilgilerin
verilmesinin, yayınlanan programın
yayını izleyenler tarafından daha
iyi anlaşılabilmesi amacına yönelik
olduğu, bunun yasaklanmasının ise
düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünü sınırlandırdığı açıktır.
Böyle bir sınırlamanın Anayasa’nın
26. maddesinin ikinci fıkrasında
sayılan nedenler kapsamında
düşünülmesi olanaksız olduğundan
dava konusu “ilgili” sözcüğü
Anayasa’nın 26. maddesine aykırıdır,
iptali gerekir.
Dava konusu sözcük 26. maddeye
aykırı görülerek iptal kararı
verilmiş olduğundan konunun 28.
madde yönünden de incelenmesine
gerek görülmemiştir.
3- Kanun’un 2.
Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı
Kanun’un 4. Maddesinin İkinci
Fıkrasının (v) Bendinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, yasaklanan ve
yaptırım öngörülen eylemlerin
öğelerinin yasada açık biçimde
belirtilmesi ve bu eylemlerin,
kuşkuya yer bırakmayacak
belirginlikte düzenlenmesinin
zorunlu olduğu, yasakların açıkça
tanımlanmadığı, içeriğinin
tartışmalı genel kavramlarla
anlatıldığı belirtilerek, (v)
bendinin “Yayınların karamsarlık,
umutsuzluk, ... eğilimlerini
körükleyici ... nitelikte olmaması”
bölümünün Anayasa’nın 38. maddesine
aykırılığı ileri sürülmüş ise de,
iptali istenilen bölümlerin yer
aldığı kural dava açıldıktan sonra
yürürlüğe giren 3.8.2002 günlü 4771
sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun’un 8.
maddesinin (B) fıkrası ile
değiştirildiğinden, “Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk, ...
eğilimlerini körükleyici ...
nitelikte olmaması” bölümüne ilişkin
konusu kalmayan istem hakkında karar
verilmesine yer olmadığı yolunda
karar verilmesi gerekir.
4- Kanun’un 3.
Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’un
Başlığı İle Birlikte Değiştirilen
6. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a)
Bendinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa’da
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
görev ve yetkileri arasında
sayılmadığı halde Radyo ve
Televizyon Üst Kurulunda görev
alacak olan beş üyenin siyasi parti
gruplarınca belirlenecek kontenjan
doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca
belirlenmesini öngören kuralın
Anayasa’nın 87. maddesine aykırılığı
ileri sürülmüştür.
3984 sayılı Kanun’un 6. maddesinin
dava konusu (a) bendinde
seçileceklerden beş kişinin, siyasi
parti gruplarınca, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanı
oluşum formülüne göre belirlenecek
kontenjan doğrultusunda aday
gösterileceği ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunca
seçileceği öngörülmüştür.
Anayasa’nın
87. maddesinde, “Türkiye
Büyük Millet Meclisinin görev ve
yetkileri, kanun koymak, değiştirmek
ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve
bakanları denetlemek; Bakanlar
Kuruluna belli konularda kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisi
vermek; bütçe ve
kesinhesap
kanun tasarılarını görüşmek ve kabul
etmek; para basılmasına ve savaş
ilânına karar vermek; milletlerarası
andlaşmaların
onaylanmasını uygun bulmak,Türkiye
Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının beşte üç çoğunluğunun
kararı ile genel ve özel af ilânına
karar vermek ve Anayasanın diğer
maddelerinde öngörülen yetkileri
kullanmak ve görevleri yerine
getirmektir”
denilerek, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin görev ve yetkileri açıkça
belirtilmiştir.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin Anayasa’da
belirtilen görev ve yetkileri
arasında Radyo Televizyon Üst
Kuruluna üye seçme görev ve yetkisi
bulunmadığı gibi adı geçen kurulla
Türkiye Büyük Millet Meclisi
arasında bu seçime olanak verecek
Anayasa’dan kaynaklanan doğal
sayılabilecek bir ilişki de söz
konusu değildir.
Bu
nedenle, dava konusu kural
Anayasa’nın 87. maddesine aykırıdır.
İptali gerekir.
5- Kanun’un 3.
Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’un
Başlığı ile Birlikte Değiştirilen
6. Maddesinin Birinci Fıkrasının (b)
ve (c) Bentlerinin İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, Radyo Televizyon Üst
Kurulunun dört üyesinin Bakanlar
Kurulu tarafından seçilerek
belirlenmesinin bu Kurulun özerk ve
tarafsız kamu tüzelkişiliği
niteliğini zedelediği belirtilerek,
kuralın Anayasa’nın Başlangıç’ının
dördüncü fıkrası ile 2. ve 133.
maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüştür.
Yasa’nın 6. maddesinin (b) bendinde,
Yüksek Öğretim Kurumu Genel
Kurulu’nun, Kurul üyesi olmayan
elektrik-elektronik, iletişim,
kültür-sanat ve basın-yayın
dallarından göstereceği dört aday
arasından iki üyenin, (c) bendinde
de en çok sarı basın kartı sahibi
üyesi bulunan gazeteciler cemiyeti
ile Basın Konseyinin ortaklaşa
göstereceği iki aday arasından bir
üyenin Bakanlar Kurulunca seçileceği
belirtilmiştir.
Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu’nun özerk
ve tarafsız bir kamu tüzelkişiliği
olmasına karşın, tümüyle idareden
ayrı düşülmesi de olanaklı değildir.
Anayasa’nın 123. maddesine göre
idare, kuruluş ve görevleriyle bir
bütündür ve kanunla düzenlenir;
idarenin kuruluş ve görevleri
merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayanır.
Anayasa’nın 126. maddesinde “Merkezi
idare”ye 127. maddesinde de
“Mahalli
İdareler”e ilişkin esaslar
belirlenmiştir. Bu bağlamda, Merkezi
idareye ait olan yetkiler
yürütülecek hizmetin özelliklerine
göre yer yönünden yerinden yönetilen
tüzel kişiler olan il özel idaresi,
belediye veya köye bırakılabileceği
gibi hizmet yönünden yerinden
yönetilen kamu tüzelkişilerine de
bırakılabilir. Ancak, merkezi idare
bu kuruşlar üzerinde, esas ve
usullerini kanunun belirlediği
vesayet yetkisine sahiptir. Merkezi
idarenin kimi durumlarda atamayı da
içeren bu yetkisini yerinden yönetim
ilkeleriyle uyumlu olarak
kullanılması gerektiğinde ise kuşku
yoktur.
Açıklanan nedenlerle dokuz üyeden
oluşan Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu’na bu Kurul’un özerk yapısını
bozmayacak sayıda ve nitelikleri de
Yasa’da belirtilen adaylar arasından
Bakanlar Kurulu’nca üye seçilmesinde
Anayasa’nın 2. maddesine aykırılık
görülmemiştir. İptal isteminin reddi
gerekir.
Kuralın
Anayasa’nın, Başlangıç’ı ile
kuvvetler ayrımına ilişkin dördüncü
paragrafı ve Devletçe kamu
tüzelkişiliği olarak kurulan radyo
ve televizyon kurumu ve kamu
tüzelkişilerinden yardım gören haber
ajanslarına ilişkin ilkeleri
belirleyen 133. maddesiyle ilgisi
görülmemiştir.
6- Kanun’un 3.
Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı
Kanun’un 6. Maddesinin Birinci
Fıkrasının (d) Bendinin İncelenmesi
İptali
istenilen bu kural, dava açıldıktan
sonra yürürlüğe giren 14.7.2004
günlü, 5218 sayılı Ölüm Cezasının
Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun’un 2. maddesinin (D)
fıkrasıyla yürürlükten
kaldırıldığından, bu bende ilişkin
konusu kalmayan istem hakkında karar
verilmesine yer olmadığı yolunda
karar verilmesi gerekir.
7- Kanun’un 5.
Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’un
Başlığı ile Birlikte Değiştirilen
9. Maddesinin Son Fıkrasının
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, Radyo ve Televizyon
Üst Kurulunun denetiminin
bağımsızlığı bulunmayan örgütsel
yapısı, amaç ve yöntemleri
itibariyle doğrudan Başbakana bağlı
Yüksek Denetleme Kuruluna
verilmesinin Üst Kurulun özerk ve
tarafsız bir kamu tüzelkişisi olma
niteliği ile çeliştiği ve Üst Kurulu
siyasi iktidarın denetimine soktuğu
belirtilerek dava konusu kuralın
Anayasa’nın 133. maddesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
İptali
istenilen fıkrada, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulunun Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulunun
denetimine tabi olduğu
belirtilmiştir.
2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 29. maddesine göre,
Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun
hükmünde kararnamelerin ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün
Anayasa’ya aykırılığı hususunda
ilgililer tarafından ileri sürülen
gerekçelere dayanmaya mecbur
değildir. İstemle bağlı kalmak
koşuluyla başka gerekçe ile de
Anayasa’ya aykırılık kararı
verebileceğinden, dava konusu kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 160. ve
165. maddeleri yönünden
incelenmiştir.
Anayasa’nın 160. maddesinde, genel
ve katma bütçeli dairelerin tüm
gelir ve giderleri ile mallarını
TBMM adına denetleme görevi
Sayıştay’a verilmiş, 165. maddesinde
ise sermayesinin yarısından fazlası
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
Devlete ait olan kamu kuruluş ve
ortaklıklarının TBMM’ce denetlenmesi
esaslarının yasayla düzenlenmesi
öngörülmüştür.
3984
sayılı Kanun’un 12. maddesinin ilk
fıkrasında Üst Kurul’un gelirleri
sayılmış, dördüncü fıkrasında da,
bütçesinin ve kadro cetvellerinin
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı bütçesi ile birlikte
Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve
Bütçe Komisyonunda inceleneceği ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulu’nda görüşülerek karara
bağlanacağı belirtilmiş olduğundan,
Kurul’un bütçesinin oluşumu ve bunun
denetim biçimi gözetildiğinde
sermayesinin yarısından fazlası
doğrudan doğruya ve dolaylı olarak
Devlet’e ait olan bir kuruluş olarak
nitelendirilmesine olanak
bulunmamaktadır. Bu durumda, Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu’nun,
denetiminin de Anayasa’nın 160.
maddesi uyarınca Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına görev yapan
Sayıştay tarafından yerine
getirilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Üst Kurulun
denetiminin Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu tarafından
yapılmasını öngören dava konusu
kural Anayasa’nın 160. maddesine
aykırıdır. İptali gerekir.
Ertuğrul ERSOY, Fazıl SAĞLAM ve
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe
katılmamışlardır.
Anayasa’nın 160. maddesine aykırı
görülerek iptal edilen kuralın
ayrıca 133. maddesi yönünden de
incelenmesine gerek görülmemiştir.
8- Kanun’un 7.
Maddesiyle Değiştirilen 3984 Sayılı
Kanun’un 12. Maddesinin (d) Bendinin
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, Üst Kurulun, 3984
sayılı Kanun’un 33. maddesine
dayanarak özel radyo ve televizyon
kuruluşları hakkında öngördüğü idari
para cezalarının, bu Kurulun gelir
kaynakları arasında yer almasının
keyfi olarak ceza vermeye olanak
sağladığı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2. maddesine aykırılığı
ileri sürülmüştür.
3984
sayılı Kanun’un Üst Kurulun
gelirlerini belirleyen 12.
maddesinin dava konusu (d) bendinde,
radyo ve televizyon kuruluşlarına
müeyyideler öngören 33. maddesi
uyarınca verilecek idari para
cezaları üst kurulun gelirleri
arasında sayılmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde,
Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun
olan, her alanda adaletli bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini
gerçekleştiren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan,
yargı denetimine açık, yasaların
üstünde Anayasa’nın ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel
hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde
olan devlettir.
İptali
istenen kuralla, Üst Kurul
tarafından Yasa’nın 33. maddesine
dayanılarak özel radyo ve televizyon
kuruluşları hakkında uygulanan idari
para cezaları bu kurulun gelirleri
arasında sayılmış, 39. maddede de,
Üst Kurul aleyhine açılacak idari
davalarda Ankara Mahkemelerinin
yetkili olduğu belirtilmiştir.
Üst
Kurul’un uygulayacağı para
cezalarının, gelirleri arasında yer
almasının keyfiliğe yol açacağı
iddiasının geçerli bir nedeni
bulunmadığı gibi, yargı denetiminin
bu tür keyfi uygulamalara olanak
vermeyeceği de
gözönünde bulundurulduğunda,
kuralın Anayasa’nın 2. maddesinde
belirtilen “hukuk devleti” ilkesine
aykırılık oluşturduğundan söz
edilemez.
Açıklanan nedenlerle iptal isteminin
reddi gerekir.
Sacit
ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Tülay
TUĞCU ile Fazıl SAĞLAM bu görüşe
katılmamışlardır.
9- 4756 Sayılı
Kanun’un, 8. Maddesiyle Değiştirilen
3984 Sayılı Kanun’un 13. Maddesinin
Birinci Fıkrasında Yer Alan “...33
üncü maddede belirtilen idari para
cezaları da cezaların tahakkukunu
müteakip ilgili yayın kuruluşları
tarafından ödenir” Bölümünün
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, “33 üncü maddede
belirtilen idari para cezaları da
cezaların tahakkukunu müteakip
ilgili yayın kuruluşları tarafından
ödenir” bölümünün, özellikle
“müteakip” sözcüğünün belirsiz
olduğu ve keyfiliğe yol açacağı
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2.
maddesine aykırılığı ileri
sürülmüştür.
Maddenin birinci fıkrasının iptali
istenilen bölümünde, Üst Kurul
tarafından uygulanacak idari para
cezalarının, cezaların tahakkukunu
müteakip ilgili yayın kuruluşları
tarafından ödeneceği; ikinci
fıkrasında da ödemede gecikilmesi
halinde, ilgili yayın kuruluşu
uyarılarak yedi gün içinde ödeme
yapılmasının isteneceği, yapılacak
ihtara rağmen ödeme yapılmaması
halinde, Üst Kurulca ödeme
yapılıncaya kadar yayının
durdurulmasına karar verileceği,
ödenmeyen kurum gelirlerinin icra
yoluyla tahsil olunacağı, gecikilen
ödemeler için 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında
Kanun hükümlerinin uygulanacağı
belirtilmiştir.
Buna
göre, Üst Kurul tarafından verilen
idari para cezasının ilgili yayın
kuruluşuna bildirilmesinden sonra
ödenmesi gerekeceği, ödemenin
gecikmesi halinde, ilgili yayın
kuruluşunun uyarılarak yedi gün
içinde ödemede bulunmasının
isteneceği ve ödenmemesi halinde de
ödeme yapılıncaya kadar yayının
durdurulmasına karar verilerek
ödenmeyen kurum gelirleri için icra
yoluna başvurulacağı açıktır.
Geciken ödemeler için de Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanun hükümleri uyarınca cezanın
tahsili yoluna gidilecektir.
Bu
durumda, kuralın belirsizliğe ve
keyfiliğe yol açacağından söz
edilemez.
Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
“hukuk devleti” ilkesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
10- Kanun’un
10. Maddesiyle Değiştirilen 3984
Sayılı Kanun’un 24. Maddesinin
Birinci, İkinci, Üçüncü Fıkralarının
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, Türkiye’de ulusal,
bölgesel ve yerel çapta TV kanal ve
radyo frekans planları ile radyo ve
televizyon yayınlarına esas olan
frekans bantları ile ilgili
çalışmalar yapma yetkisinin Radyo ve
Televizyon Üst Kurulundan alınarak
Telekomünikasyon Kurumuna verilmesi
ve hazırlanan planların siyasi
iktidarın etkisindeki Haberleşme
Yüksek Kurulunun onayına sunulması
ile, özerk nitelikteki kurumun
siyasi iktidarın kontrolüne
bırakıldığı belirtilerek, bu
düzenlemenin Anayasa’nın 2. ve 133.
maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüştür.
3984
sayılı Kanun’un değişik 24.
maddesinin birinci fıkrasında,
Türkiye’de ulusal, bölgesel ve yerel
çapta TV kanal ve radyo frekans
plânları ile radyo ve televizyon
yayımlarına esas olan frekans
bantlarına ilişkin çalışmalar yapma
yetkisinin 2813 sayılı Telsiz Kanunu
uyarınca Telekomünikasyon Kurumuna
ait olduğu; ikinci fıkrasında,
Telekomünikasyon Kurumunun, 2813
sayılı Telsiz Kanunu’na uygun olarak
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu,
Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu,
Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
Genel Müdürlüğü ve diğer ilgili
kurum ve kuruluşlar ile işbirliği
yaparak hazırlayacağı ulusal,
bölgesel ve yerel çaptaki plânları
Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına
sunacağı; üçüncü fıkrasında da,
Haberleşme Yüksek Kurulunun,
hazırlanan plânı aynen
onaylayabileceği gibi lüzum gördüğü
değişikliklerin yapılmasını talep
edebileceği, Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumuna ait radyo
ve televizyonlar ile Meteoroloji
İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde
yayın yapan Meteoroloji Radyosu,
Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde
yayın yapan Polis Radyosuna ulusal,
bölgesel ve yerel, radyo-televizyon
bölümleri bulunan iletişim
fakültelerine yerel bazda frekanslar
ve kanalların ücretsiz olarak tahsis
edileceği, kalan televizyon kanal ve
radyo frekanslarının belli bir plân
dahilinde özel kuruluşlara
kullandırılmak üzere Üst Kurulca
ihaleye çıkarılacağı, televizyon
kanal ve radyo frekanslarının ne
kadarının hangi takvime göre ihaleye
çıkarılacağına ilişkin plânın,
Haberleşme Yüksek Kurulu tarafından
saptanarak bu çerçevede ihaleye
çıkarılmak üzere Üst Kurula
bildirileceği belirtilmiştir.
Yasa’nın gerekçesinde de “Kamu malı
olan frekans ve kanal planlaması
Telekomünikasyon Kurumunun asli
görevlerinden olduğu için bu yönde
düzenleme yapılmış, bu planın
hazırlığında Üst Kurul ile işbirliği
ve koordinasyon yapılması
öngörülmüştür... Maddede, Üst Kurul
tarafından frekans planına uygun
olarak televizyon kanalı ve radyo
frekansı tahsis edilen, kablosuz
radyo ve televizyon yayın izni ve
lisansı verilen kuruluşlara
televizyon kanal ve radyo frekans
tahsislerini uygulama, ulusal ve
uluslararası alanda tescil ettirme
görevi Telekomünikasyon Kurumuna
verilmiş” denilmektedir.
27.1.2000 günlü, 4502 sayılı Kanun
ile kimi maddeleri değiştirilen 2813
sayılı Telsiz Kanunu’nda haberleşme
maksadıyla kullanılan ve
elektromanyetik dalgalar yoluyla
açık veya kodlu veya kriptolu ses,
data ve resim vermeye veya almaya
yarayan her türlü telsiz sisteminin
kurulmasına müsaade edilmesi ve
kontrolü ile telsiz haberleşmesi
alanındaki politika, hedef ve
ilkelerinin tespitine ilişkin usul
ve esaslar ile 406 sayılı Telgraf ve
Telefon Kanunu’nda, posta ve telgraf
tesis ve işletmesine ilişkin
hizmetlerin Türkiye Cumhuriyeti
Posta İşletmesi Genel Müdürlüğünce,
telekomünikasyon hizmetlerinin ise
Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
tarafından yürütüleceği hüküm altına
alınmıştır.
406
sayılı Yasa’da, telekomünikasyon,
her türlü işaret, sembol, ses ve
görüntünün ve elektrik sinyallerine
dönüştürülebilen her türlü vericinin
kablo, telsiz, optik, elektrik,
manyetik, elektro manyetik, elektro
kimyasal, elektro mekanik ve diğer
iletim sistemleri vasıtasıyla
iletilmesi, gönderilmesi ve
alınmasını; telekomünikasyon alt
yapısının ise telekomünikasyonun
üzerinden veya aracılığı ile
gerçekleştirilmesini sağlayan
anahtarlama ekipmanları, donanım ve
yazılımlar, terminaller ve hatlar da
dahil olmak üzere her türlü şebeke
birimlerini ifade ettiği; 2813
sayılı Telsiz Kanunu’nun 4502 sayılı
Yasa ile değişik 5. maddesinin
birinci fıkrasında, Yasa’nın 4.
maddesinde belirtilen genel esaslar
çerçevesinde Devlet yetki ve
sorumluluğunu uygulamak ve Kanunla
verilen diğer görevleri yapmak üzere
Haberleşme Yüksek Kurulunun
kurulduğu; ikinci fıkrasında, bu
kanun ile 4.2.1994 tarihli ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nda
belirtilen genel esaslar
çerçevesinde, kanunlarla öngörülen
yetki ve sorumlulukları uygulamak ve
verilen diğer görevleri yapmak
üzere kamu tüzel-kişiliği, idari ve
mali özerkliğe sahip olduğu, 6.
maddesinde de, Haberleşme Yüksek
Kurulunun, Başbakanın veya
görevlendireceği bir Devlet
Bakanının başkanlığında İçişleri ve
Ulaştırma Bakanları ile Milli
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı ve
Genelkurmay Muhabere Elektronik
Başkanından oluşan bir üst kurul
olduğu belirtilmiştir.
Bu
düzenlemelerin birlikte
değerlendirilmesinden,
Telekomünikasyon Kurumu ile
Haberleşme Yüksek Kurulu’nun
yapıları ve işlevleri dikkate
alınarak, düzenleme ve işletmecilik
faaliyeti esaslarına göre yapılan
bir ayırım sonucunda görev
alanlarının saptandığı, bu nedenle
dava konusu kuralların, hizmet
gereklerine daha uygun olacağı
düşüncesiyle getirildiği
anlaşılmaktadır.
Yeni
üst kurullar oluşturulmasının bunlar
arasında iş bölümü yapılmasının,
gerektiğinde varlıklarına son
verilmesinin veya
birleştirilmesinin, anayasal
sınırlar içinde kalmak koşuluyla
yasakoyucunun
takdirinde olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu
kuralların Anayasa’da öngörülen
“hukuk devleti” ilkesine
aykırılığından söz edilemez. İptal
isteminin reddi gerekir.
Dava
konusu kuralların Anayasa’nın 133.
maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
11- Kanun’un
12. Maddesiyle Değiştirilen 3984
Sayılı Kanun’un 28. Maddesinin
Altıncı Fıkrasının İncelenmesi
Dava
dilekçesinde kuralda öngörülen para
cezası miktarının yüksek olduğu, üç
aya kadar gelir getirici yayın
yapma yasağının uygulanması
durumunda birçok radyo ve televizyon
kuruluşunun yayınlarına son vermek
zorunda kalacakları, Üst Kurulun
takdirine bırakılan ceza alanının
genişliğinin uygulamada, yorum ve
değerlendirme farklılıklarına dayalı
olarak keyfiliğe neden olabileceği
belirtilerek, kuralın Anayasa’nın
2., 5. ve 13. maddelerine aykırılığı
ileri sürülmüştür.
Maddenin altıncı fıkrasında, gerçek
ve tüzelkişilerin kişilik haklarına
saldırı teşkil eden yayınlar ile
gerçeğe aykırı olduğu iddia edilen
yayınlara karşı cevap ve düzeltme
hakkı tanınmasına ilişkin mahkeme
kararına rağmen yayını yapmayan veya
karara uygun şekilde yapmayan veya
geciktiren kuruluşun yayınlardan
sorumlu en üst yöneticisi ile
kuruluşun sahibi olan anonim
şirketin yönetim kurulu başkanına
otuz milyar liradan doksan milyar
liraya kadar ağır para cezası
verileceği, ayrıca kuruluşa Üst
Kurul’ca eylemin ağırlığına göre üç
aya kadar gelir getirici yayın yapma
yasağı verilebileceği, ikinci kez
tekrarı halinde yayın izninin iptal
edileceği ve en yüksek para cezasına
hükmolunacağı,
bu cezaların ertelenemeyeceği, hangi
yayınların gelir getirici yayınlar
olduğunun Üst Kurul tarafından
belirleneceği öngörülmüştür.
Anayasa’nın 2. maddesinde,
Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun
olan, her alanda adaletli bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini
gerçekleştiren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan,
yargı denetimine açık, yasaların
üstünde Anayasa’nın ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel
hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde
olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk
devletinde yasa koyucu, yasaların
yalnız Anayasa’ya değil, evrensel
hukuk ilkelerine de uygun olmasını
sağlamakla yükümlüdür.
Yasakoyucu,
kamu düzeninin korunması amacıyla
ceza hukuku alanında düzenleme
yaparken Anayasa’ya ve ceza
hukukunun temel ilkelerine bağlı
kalmak koşuluyla toplumda hangi
eylemlerin suç sayılacağı ve suç
sayılan bu eylemlerin hangi tür ve
ölçüde cezai yaptırıma bağlanacağı
konusunda takdir yetkisine sahiptir.
Bu
durumda, kişilik haklarına saldırı
teşkil ettiği veya gerçeğe aykırı
olduğu yargı kararı ile de tespit
edilmesine karşın bu karara
uymayarak, yapılması gereken
yayının ilgili radyo ve televizyon
kuruluşunca yapılmaması ve ısrarla
bu tutumun sürdürülmesi karşısında,
cezaların caydırıcılık özelliği
bulunması gerektiği de gözetilerek,
sorumlular hakkında Üst Kurul’ca,
eylemin ağırlığına göre öngörülen
üç aya kadar gelir getirici yayın
yapma yasağı uygulanmasının ölçüsüz
olduğundan ve Anayasa’ya
aykırılığından söz edilemez.
Öte
yandan, fıkrada Üst Kurul’ca
uygulanması öngörülen yaptırıma
karşı yargı yolu açık olduğundan
herhangi bir keyfiliğe neden
olunacağından da söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, kural
Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen
“hukuk devleti” ilkesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
Haşim
KILIÇ, Mehmet ERTEN ile A.Necmi
ÖZLER bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın
Anayasa’nın 5. ve 13. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
12- 4756
Sayılı Kanun’un 12. Maddesiyle
Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun’un
28. Maddesinin Sekizinci Fıkrasının
Dördüncü Tümcesinin İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, 28. maddenin sekizinci
fıkrasında kişilik haklarına
saldırıda bulunulan gerçek ve
tüzelkişilere tazminat davası açma
hakkı tanındığı, ancak hüküm altına
alınacak tazminatın alt sınırının
yasa ile belirlenmesinin yargıcın
takdir hakkını sınırlandırdığı, bu
durumun sorumluluk konusunu
düzenleyen hukukun temel kuralları
ile bağdaşmadığı belirtilerek
kuralın Anayasa’nın 2. maddesine
aykırılığı ileri sürülmüştür.
İptali
istenilen dördüncü tümcenin yer
aldığı maddenin sekizinci
fıkrasında, gerçek ve tüzelkişilerin
ayrıca genel hükümlere göre ilgili
yayın kuruluşuna karşı tazminat
davası açma haklarının saklı
olduğu, yayın kuruluşu ile birlikte
şirketin yönetim kurulu başkanının
da müştereken ve
müteselsilen
sorumlu bulunduğu, zarar doğurucu
fiilin işlenmesinden sonra yayın
kuruluşunun devredilmesi, başka bir
kuruluşla birleşmesi veya sahibi
olan şirketin herhangi bir surette
değişmesi halinde yayın kuruluşunu
devralan, birleşen ve her ne suretle
olursa olsun yayın kuruluşunun
sahibi veya hissedarı olan şirket ve
şirketin yönetim kurulu başkanının
da bu fiil nedeniyle hükmedilen
tazminattan yayın kuruluşu ile
birlikte müştereken ve
müteselsilen
sorumlu oldukları, tazminat
talebinin haklı görülmesi halinde
tazminat miktarının, on milyar
liradan az olmamak üzere fiilin
ağırlık derecesine göre
belirleneceği, on milyar liralık alt
sınırın her yıl Maliye Bakanlığınca
ilan edilen yeniden değerleme
oranında artırıma tabi tutulacağı,
bu maddeye göre açılacak manevi
tazminat davalarında hâkimin tensip
kararı ile birlikte bilirkişiyi de
tayin edeceği ve davayı en geç altı
ay içinde karara bağlayacağı, bu
maddeye göre açılan davalarda
tazminata hükmedilmesi halinde,
bankalarca uygulanan en yüksek
işletme kredisi faizi üzerinden
temerrüt faizine de hükmedileceği
belirtilmiştir.
2949
sayılı Yasa’nın 29. maddesine göre,
Anayasa Mahkemesi yasaların
Anayasa’ya aykırılığı konusunda
ilgililer tarafından ileri sürülen
gerekçelere bağlı kalmak zorunda
değildir. Taleple bağlı kalmak
koşuluyla başka gerekçe ile de karar
verebilir. Bu nedenle, kural ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 138. maddesi
yönünden de incelenmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde,
Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan
haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun
olan, her alanda adaletli bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini
gerçekleştiren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan,
yargı denetimine açık, yasaların
üstünde Anayasa’nın ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel
hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde
olan devlettir.
Anayasa’nın 138. maddesinin birinci
fıkrasında, “Hâkimler,
görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun
olarak vicdanî kanaatlerine göre
hüküm verirler” denilerek,
hâkimlerin görevlerini her türlü
baskı ve etkiden uzak, Anayasa’ya,
kanuna ve hukuka uygun olarak
vicdani kanaatlerine göre yerine
getirebilmeleri sağlanarak yargı
yetkisini kullanmaları güvenceye
kavuşturulmuştur.
818
sayılı Borçlar Kanunu’nun kişilik
haklarına saldırıya ilişkin tazminat
davalarını düzenleyen 49.
maddesinde, “Şahsiyet hakkı
hukuka aykırı bir şekilde tecavüze
uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara
karşılık manevi tazminat namıyla bir
miktar para ödenmesini dava
edebilir.
Hâkim,
manevi tazminatın miktarını tâyin
ederken, tarafların sıfatını, işgal
ettikleri makamı ve diğer sosyal ve
ekonomik durumlarını da dikkate
alır.
Hâkim,
bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer
bir tazmin sureti ikame veya ilâve
edebileceği gibi tecavüzü kınayan
bir karar vermekle yetinebilir ve bu
kararın basın yolu ile ilanına da
hükmedebilir”
denilmektedir.
İptali
istenilen kuraldaki gerçek ve
tüzelkişilerin genel hükümlere göre
ilgili yayın kuruluşuna karşı
tazminat davası açma hakkına ilişkin
düzenleme, özel hukuk alanında
açılan tazminat davalarına benzer
nitelik taşımaktadır. Bu davalarda,
hükmolunacak
tazminat miktarının alt sınırının
belirlenmesi, hâkimin davanın
niteliğini gözeterek tazminat
miktarını serbestçe tayin etme
olanağını ortadan kaldıracağı gibi,
kimi durumlarda, zarar gören kişinin
istemini aşan sonuçların doğmasına
da yol açabilecektir. Böyle bir
düzenlemenin “hukuk devleti” ile
Anayasa’nın 138. maddesinde
öngörülen ilkelerle uyumlu olduğu
söylenemez.
Öte
yandan, Yasa’nın Ek 10. maddesiyle,
bu yasa kapsamında verilecek
tazminatların, bölgesel yayın yapan
kuruluşlarda yarısına kadar, yerel
yayın yapan kuruluşlarda 1/3 üne
kadar indirilmesi olanağının
getirilmiş olması da, hâkimin olayın
özelliğine göre tazminat miktarını
belirlemesi de yasa ile getirilen
alt sınırı ortadan kaldırmadığından
kuralın, Anayasa ile yarattığı
çelişkiyi gidermemektedir.
Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 2. ve 138. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
Haşim
KILIÇ, Sacit
ADALI, Mehmet ERTEN ve Fazıl SAĞLAM
bu görüşe katılmamışlardır.
13- Kanun’un
12. Maddesiyle Değiştirilen 3984
Sayılı Kanun’un 28. Maddesinin
Sekizinci Fıkrasının Altıncı
Tümcesinde Yer Alan “...tensip
kararı ile birlikte bilirkişiyi de
tayin eder ve...” İbaresinin
İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, teknik bir konuda da
olsa, bilirkişilerin görüşünün
yargıcı bağlamayacağı, yargıçlık
mesleğinin gerektirdiği genel ve
hukuksal bilgi ile çözümlenmesi
olanaklı olan konularda bilirkişi
incelemesi yaptırılamayacağı,
bilirkişi atanmasının zorunlu hale
getirilmesinin, hem hukuk devletine
hem de “davaların en az giderle
sonuçlandırılacağı” ilkesine uygun
düşmeyeceği belirtilerek, kuralın
Anayasa’nın 2. ve 141. maddesinin
son fıkrasına aykırılığı ileri
sürülmüştür.
Maddenin sekizinci fıkrasında, bu
maddeye göre açılacak manevi
tazminat davalarında, hâkimin tensip
kararı ile birlikte bilirkişiyi de
tayin edeceği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
“hukuk devleti”, insan haklarına
saygılı, bu hakları koruyan, toplum
yaşamında adalete ve eşitliğe uygun
bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni
sürdürmekle kendini yükümlü sayan,
bütün davranışlarında Anayasa’ya ve
hukuk kurallarına uyan, işlem ve
eylemleri yargı denetimine bağlı
olan devlettir.
Anayasa’nın 141. maddesinin son
fıkrasında “Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının
görevidir” denilmiştir.
Yayınlarda eleştiri sınırlarının
aşılarak gerçek ve tüzelkişilerin
kişilik haklarına saldırıda
bulunulup bulunulmadığının veya
gerçek dışı haber
ya da
görüntülerin yer alıp almadığının
belirlenmesindeki güçlük
gözetilerek, hakime yardımcı olmak
ve davaları hızlandırmak amacıyla
dava konusu kuralla tensip kararı
ile birlikte hakimin bilirkişi tayin
etmesinin öngörüldüğü
anlaşılmaktadır. Ancak, bu
düzenlemenin, hâkimin hüküm kurarken
bilirkişi raporuna uyma zorunluluğu
biçiminde yorumlanıp uygulanmasına
olanak yoktur. Her olayda olduğu
gibi burada da hâkimin bilirkişi
raporunu inceleyip, gerekçelerini
belirterek bu rapor doğrultusunda
veya karşısında görüşlerle karar
verme yetkisinin bulunduğunda
duraksanamaz.
Dava
konusu kuralda, Anayasa’nın 141.
maddesinde öngörülen “davaların
mümkün olan süratle
sonuçlandırılması” ilkesiyle uyumlu
olarak davaların en geç altı ay
içinde karara bağlanacağının
belirtildiği gözetildiğinde, bu süre
içinde karar verilmesini
kolaylaştıracak nitelikteki
düzenlemenin, hâkimin takdir
hakkını da engellememesi nedeniyle,
Anayasa’nın 2. ve 141. maddelerine
aykırı olmadığı sonucuna
varılmıştır. İptal isteminin reddi
gerekir.
Tülay
TUĞCU, Cafer ŞAT ve Serdar ÖZGÜLDÜR
bu görüşe katılmamışlardır.
14- Kanun’un
13. Maddesiyle Değiştirilen 3984
Sayılı Kanun’un 29. Maddesinin (d)
ve (e) Bentlerinin İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, düzenleme ile
getirilen %20’lik izlenme oranının
görsel ve işitsel medya alanında
tekelleşme ve kartelleşmeyi olanaklı
hale getireceği, tekelleşen medyanın
bu gücünü kullanarak ihalelerde
haksız rekabete yol açabileceği ve
haber alma özgürlüğünü
kısıtlayabileceği belirtilerek (d)
ve (e) bentlerinin Anayasa’nın 2.,
26., 28. ve 167. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüştür.
29.
maddenin (d) bendinde, üst kurul
tarafından düzenlenecek yönetmeliğe
uygun olarak her yıl yapılacak
yıllık ortalama izlenme oranı
ölçümlerine göre yıllık ortalama
izlenme veya dinlenme oranı %20’yi
geçen bir televizyon veya radyo
kuruluşunda bir gerçek veya
tüzelkişinin veya bir sermaye
grubunun sermaye payının %50’yi
geçemeyeceği,
gerçek kişinin hisselerinin
hesaplanmasında üçüncü derece dahil
olmak üzere üçüncü dereceye kadar
kan ve sıhrî
hısımlara ait hisselerin de aynı
kişiye aitmiş gibi hesaplanacağı;
(e) bendinde de bir gerçek veya
tüzelkişi veya bir sermaye grubunun
%50’den fazla hissesine sahip olduğu
bir televizyon veya radyonun yıllık
ortalama izlenme veya dinlenme
payının %20’yi
geçmesi halinde Üst Kurul
tarafından yapılan bildirimden
itibaren doksan gün içinde, ortağı
bulunduğu televizyon veya radyodaki
hisselerinin bir bölümünün halka arz
ederek veya bir kısım hisselerini
satarak, sermaye payını %50’nin
altına indireceği, yıllık izlenme
veya dinlenme oranının aşımının
birden fazla televizyon ve radyodaki
hisselerin toplamı nedeniyle meydana
gelmesi halinde ve bu oranı %50’nin
altına indirecek biçimde yeterli
sayıda şirkete satacağı, bu
yükümlülüğün ihlâli durumunda
kuruluşun yayın izninin iptal
edileceği belirtilmiştir.
Bu
düzenlemeyle, sahip oldukları
televizyon kanalları ile radyoların
yıllık ortalama izlenme ve dinlenme
oranı %20’yi
geçmemek koşuluyla bir gerçek
ya da
tüzelkişi ya
da sermaye grubuna, bir veya birden
fazla televizyon
ya da
radyo kuruluşunun tümüne
ya da
bir kısmına sahip olabilme olanağı
sağlanmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
“hukuk devleti” insan haklarına
saygılı, bu hakları koruyan, toplum
yaşamında adalete ve eşitliğe uygun
bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni
sürdürmekle kendini yükümlü sayan,
bütün davranışlarında Anayasa’ya ve
hukuk kurallarına uyan, işlem ve
eylemleri yargı denetimine bağlı
olan devlettir.
Düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyetinin kullanılmasına
sınırlama getiren Anayasa’nın 26.
maddesinin ikinci fıkrasında “Bu
hürriyetlerin kullanılması, millî
güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği, Cumhuriyetin temel
nitelikleri ve Devletin ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğünün
korunması, suçların önlenmesi,
suçluların cezalandırılması, Devlet
sırrı olarak usulünce belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması,
başkalarının şöhret ve haklarının,
özel ve aile hayatlarının yahut
kanunun öngördüğü meslek sırlarının
korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine
getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir” denilmiş; 28.
maddesinin ikinci fıkrasında,
Devlet’e basın ve haber alma
özgürlüğünü sağlayacak önlemleri
alma görevi verilmiş; üçüncü
fıkrasında, basın hürriyetlerinin
sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve
27. maddeleri hükümlerinin
uygulanacağı belirtilmiştir.
Basın
ve haber alma özgürlüğünün gerek
kamu erkini kullanan kurum ve
kuruluşlara gerekse özel hukuk
gerçek ve tüzel kişilerine karşı
korunması amacıyla, görsel ve
işitsel medya tekelinin oluşmasını
engellemek için etkili sınırlamalar
koymanın, medyanın çoksesliliğini
sağlamaya yönelik koruyucu önlemler
almanın Devlet’in görev ve
sorumluluğunda olduğu açıktır. Bu
doğrultuda bağımsız ve yansız
yayıncılığın sürdürülebilmesine
olanak sağlanması bakımından
Anayasa’nın 26. maddesinde
belirtilen nedenlerle sınırlı
olarak medya sahipliğine ilişkin
kimi kısıtlamaların getirilebileceği
de kuşkusuzdur.
Öte
yandan, Anayasa’nın 167. maddesinde
de Devletin para, kredi, sermaye,
mal ve hizmet piyasalarının
sağlıklı ve düzenli işlemelerini
sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri
alacağı, piyasalarda fiili veya
anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önleyeceği
belirtilmiştir.
Buna
göre, Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrasında belirtilen
sınırlama nedenlerinden kamu düzeni
ve 167. maddesinde devlete verilen
görevler gözetilerek, televizyon
ya da
radyo kuruluşunun yıllık ortalama
izlenme oranına bağlı olarak bir
televizyon veya radyo kuruluşunda,
bir gerçek veya tüzelkişinin veya
bir sermaye grubunun sermaye payına
sınırlama getirilebilir. Yapılan
araştırmalarda, Türkiye’de en yüksek
izlenme oranının %14 ilâ %16 olarak
saptanması ve dava konusu kuralla
öngörülen %20 oranına uygulamada
ulaşılmasının çok güç olması
nedeniyle,aynı kişilerin veya
sermaye gruplarının ülkedeki
televizyon ve radyo kuruluşlarının
çoğuna sahip olmalarının kaçınılmaz
hale geleceği bu durumda % 20
oranın, Anayasa’nın 167. maddesinde
devlete verilen tekelleşme ve
kartelleşmeyi önleme görevinin
yerine getirilmesini
sağlayamayacağı açıktır.
Bu
nedenlerle, iptali istenilen
kurallar Anayasa’nın 2. ve 167.
maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.
Fulya
KANTARCIOĞLU ve Mehmet ERTEN bu
görüşe katılmamışlardır.
15- Kanun’un
14. Maddesiyle Değiştirilen 3984
Sayılı Kanun’un 31. Maddesinin
İkinci Fıkrasının İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, televizyon ve radyo
yayın ve hizmetlerinin usul ve
esaslarıyla ilgili doğrudan iletişim
özgürlüğünü ilgilendiren bir konuda
strateji çerçevesinin özenli ve
tarafsız bir kamu tüzelkişisi
durumunda olması gereken Üst Kurul
dışında, siyasi iktidarın etkisine
doğrudan açık kurumlar tarafından
belirlenmesinin ve onay aranmasının,
üst kurulu siyasi iktidarın
bütünüyle etkisi altına sokmaya
yönelik bir düzenleme olduğu
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2.,
13., 26., 28. ve 133. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüştür.
Kuralda, her türlü teknoloji ve
iletişim ortamında yapılacak yayın
ve hizmetlerin usul ve esaslarının
Haberleşme Yüksek Kurulunun
belirleyeceği strateji çerçevesinde
Üst Kurulca tespit edilip,
Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına
sunulacağı, bu yayın ve hizmetlerin
mevzuata uygunluğunun Üst Kurulca
denetleneceği belirtilmiştir.
Yasa’da, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu özerk ve tarafsız bir kamu
tüzelkişiliği olarak
nitelendirilmekle birlikte, bu
Kurulu, işlevi ve konumu itibariyle
tümüyle idareden ayrı ve idari
vesayet dışında düşünmek olanaklı
değildir.
Her
türlü teknoloji ve iletişim
ortamında yapılacak yayın ve
hizmetlerin usul ve esaslarının,
Haberleşme Yüksek Kurulu’nun
belirleyeceği strateji çerçevesinde
Üst Kurulca tespit edilerek
Haberleşme Yüksek Kurulu’nun onayına
sunulması söz konusu ise de Yüksek
Kurul’a verilen yetkinin “onay”la
sınırlı olması ve bu yayın ve
hizmetlerin mevzuata uygunluğunun
ise yine özerk ve tarafsız bir kamu
tüzel kişiliği olan Üst Kurul’ca
denetlenmesinin öngörülmesi
karşısında yapılan düzenlemenin, Üst
Kurul’u bütünüyle siyasî iktidarın
etkisine açık hale getireceği
savının dayanağı bulunmadığı gibi,
düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü ile basın ve haber alma
özgürlüğünün sınırlandırılmasıyla da
bir ilgisi bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, kural
Anayasa’nın 2., 26. ve 28.
maddelerine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir.
Konunun
Anayasa’nın 13. ve 133. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
16- Kanun’un
16. Maddesiyle Değiştirilen 3984
Sayılı Kanun’un 33. Maddesinin
Birinci Fıkrasının İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, maddenin birinci
fıkrasında yer alan uyarının içeriği
konusunda bir açıklığa ve özür
dileme konusunun ayrıntılarına yer
verilmediği, bu belirsizlik
nedeniyle uygulanan yaptırımın onur
kırıcı ve teşhir edici bir özellik
taşıdığı, özür istemine uyulmaması
durumunda programın yayınının bir
ile oniki
kez arasında durdurulabileceği, bu
süre içerisinde programın yapımcı ve
sunucusunun hiç bir ad altında başka
program yapamayacak olmasının
başkalarınca hazırlanmış bir
programı sunmaktan ibaret olan
sunucu bakımından haksız
uygulamalara yol açacak nitelikte
olduğu, idari nitelikteki Üst Kurula
basın ve haber alma özgürlüğünü
sınırlayıcı yetkiler verildiği,
yargı alanına giren konularda
kurulun yetkili kılındığı,
yaptırımlarla eylem arasında
bulunması gereken adil dengenin
bozulduğu, yaptırımın baskı öğesi
durumuna getirildiği belirtilerek
fıkranın Anayasa’nın 2., 5., 13.,
26., 28., 29. ve 30. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüştür.
a) Fıkranın “Bu
süre içinde programın yapımcısı ve
varsa sunucusu hiçbir ad altında
başka bir program yapamaz”
Şeklindeki Üçüncü Tümcesinin
İncelenmesi
İptali
istenilen kuralla, yükümlülüklerini
yerine getirmeyen ve mevzuata
aykırı yayın yapan özel radyo ve
televizyon kuruluşlarınca, uyarı
veya özür dileme istemine uyulmaması
veya aykırılığın tekrarı halinde,
yayının durdurulmasına karar
verildiğinde bu süre içinde program
yapımcısı ve varsa sunucusunun, hiç
bir ad altında başka bir program
yapamayacakları yaptırımı
getirilmiştir.
2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 29. maddesine göre, Anayasa
Mahkemesi, kanunların, kanun
hükmünde kararnamelerin ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün
Anayasa’ya aykırılığı hususunda
ilgililer tarafından ileri sürülen
gerekçelere dayanmak zorunda
değildir. İstemle bağlı olmak
koşuluyla başka gerekçelerle de
Anayasa’ya aykırılık kararı
verebileceğinden, itiraz konusu
kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın
38. maddesi yönünden incelenmiştir.
Anayasa’nın “suç ve cezalara ilişkin
esaslar”ı
düzenleyen 38. maddesinin yedinci
fıkrasında “Ceza sorumluluğu
şahsidir” denilmiştir. Bu ilkeye
göre, asli ve fer’i faillerden başka
kişilerin bir suç sebebiyle
cezalandırılmaları mümkün değildir.
Oysa, iptali istenilen kuralla,
programın yayınından sorumlu
olanların onayı ile yayın ilkelerine
aykırı olarak hazırlanan ve sunulan
bir program nedeniyle uyarılan veya
aynı yayın kuşağında açık şekilde
özür dilemesi istenilen bir radyo ve
televizyon kuruluşunun istenilen
hususları yerine getirmemesi
nedeniyle programın yapımcısı ve
varsa sunucusunun hiç bir ad altında
başka bir program yapamayacağı
öngörülmüştür. Bunun ise cezaların
kişiselliği ilkesiyle bağdaşmadığı
açıktır.
Açıklanan nedenlerle, başkasının
sorumluluğu altında gerçekleştirilen
eylem nedeniyle kişilere yaptırım
öngören dava konusu kural,
Anayasa’nın 38. maddesine aykırıdır.
İptali gerekir.
Anayasa’nın 38. maddesine aykırı
görülerek iptal edilen kuralın
Anayasa’nın 2., 5., 13., 26., 28. ve
30. maddeleri yönünden incelenmesine
gerek görülmemiştir.
b) Fıkranın
Kalan Bölümünün İncelenmesi
İptali
istenilen kuralda, Radyo Televizyon
Üst Kurulunun, öngördüğü
yükümlülükleri yerine getirmeyen,
izin şartlarını ihlâl eden, yayın
ilkelerine ve 3984 sayılı Kanun’da
belirtilen diğer esaslara aykırı
yayın yapan özel radyo ve televizyon
kuruluşlarını uyaracağı veya aynı
yayın kuşağında açık şekilde özür
dilemesini isteyeceği, bu talebe
uyulmaması veya aykırılığın tekrarı
halinde, ihlale konu olan programın
yayınının bir ilâ
oniki
kez arasında durdurulacağı, yayını
durdurulan programların yerine, aynı
yayın kuşağında ve reklamsız olarak,
ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına
Üst Kurulca hazırlattırılacak
eğitim, kültür, trafik, kadın ve
çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve
ahlakî gelişimi, uyuşturucu ve
zararlı alışkanlıklarla mücadele,
Türk dilinin güzel kullanımı ve
çevre eğitimi konularında programlar
yayınlanacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın 7. maddesinde yasama
yetkisinin Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisine ait
olduğu belirtilmiştir. Yasa koyucu,
ceza hukuku alanında toplumsal
gereksinmelerin zorunlu kıldığı
yasal düzenlemeleri yaparken,
Anayasa’nın ve ceza hukukunun temel
ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla
hangi eylemlerin suç sayılacağı,
bunlara uygulanacak yaptırımların
türü ile nelerin ağırlaştırıcı veya
hafifletici neden olarak kabul
edileceği ya
da hangi eylemlerin idari yaptırıma
bağlanacağı konularında takdir
yetkisine sahiptir.
Öğretide de kabul edildiği gibi,
idarenin bir yargı kararına gerek
olmaksızın yasaların açıkça verdiği
bir yetkiye dayanarak idare hukukuna
özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya
uyguladığı yaptırımlara “idari
yaptırım” denilmektedir. Üst
Kurulun, öngördüğü yükümlülükleri
yerine getirmeyen, izin şartlarını
ihlâl eden, yayın ilkelerine ve
kanunda belirtilen diğer esaslara
aykırı yayın yapan özel radyo ve
televizyon kuruluşlarını uyarması
veya aynı yayın kuşağında açık
şekilde özür dilemesinin istenmesi,
bu talebe uyulmaması veya
aykırılığın tekrarı halinde ihlâle
konu olan programın yayınının bir
ilâ oniki
kez arasında durdurulması, bunların
yerine belirtilen konularda
programların yayınlattırılmasının da
idari yaptırım olduğu ve idare
tarafından uygulanabileceği
kuşkusuzdur.
Öte
yandan, yükümlülüklerini yerine
getirmeyen, yayın ilkelerine ve
mevzuata aykırı yayın yapan özel
radyo ve televizyon kuruluşlarının
uyarılması veya aynı yayın
kuşağından özür dilemesinin
istenmesine karşın buna uyulmaması
veya aykırılığın tekrarı halinde
ihlâle konu programın yayının bir
ila oniki
kez arasında durdurulmasına ilişkin
yaptırımın, söz konusu kuruluşların
aykırı davranışlarında direnmeleri
sonucu uygulanacağı gözetildiğinde,
devletin cezalandırma yetkisi
bakımından suç ve ceza arasında adil
bir dengenin bulunması gereğini esas
alan hukuk devleti ilkesine de
aykırılık bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
Bu
nedenlerle fıkranın kalan kısmına
ilişkin iptal isteminin reddi
gerekir. Kuralın Anayasa’nın 5.,
13., 26., 28., 29. ve 30.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
17- Kanun’un
16. Maddesiyle Değiştirilen 3984
Sayılı Kanun’un 33. Maddesinin
İkinci Fıkrasının İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, ikinci fıkrayla
getirilen idari para cezası
tutarlarının çok yüksek olmasının
demokratik toplum düzeninin
gerekleri ve ölçülülük ilkesi ile
bağdaşmadığı, bu durumun haber alma
özgürlüğü ve basın özgürlüğü
yönünden ağır sonuçlara yol açacağı
belirtilerek kuralın Anayasa’nın
13., 26. ve 28. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüştür.
Maddenin ikinci fıkrasında, birinci
fıkrada belirtilen aykırılığın
tekrarı halinde; Ulusal düzeyde
yayın yapan kuruluşlara, ihlâlin
ağırlığına göre,
yüzyirmibeş
milyar liradan az olmamak kaydıyla
ikiyüzelli
milyar liraya kadar; yerel bölgesel
ve kablo ortamından yayın yapan
kuruluşlara, kapsadığı yayın alanı
itibariyle bir milyondan fazla
nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara, ihlâlin ağırlığına göre
altmış milyar liradan az olmamak
kaydıyla yüz milyar liraya kadar;
kapsadığı yayın alanı itibariyle,
beşyüzbin
ilâ bir milyon arasında nüfusa
ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara ihlâlin ağırlığına göre
otuz milyar liradan az olmamak
kaydıyla altmış milyar liraya kadar;
kapsadığı yayın alanı itibariyle
ikiyüzellibin
ilâ beşyüzbin
arasında nüfusa ulaşan il ve
ilçelere yayın yapanlara, ihlâlin
ağırlığına göre yirmi milyar liradan
az olmamak kaydıyla kırk milyar
liraya kadar; kapsadığı yayın alanı
itibariyle
ikiyüzellibinden az nüfusa
ulaşan il ve ilçelere yayın
yapanlara, ihlalin ağırlığına göre
beş milyar liradan az olmamak
kaydıyla on milyar liraya kadar;
radyo yayınları için yukarıdaki
miktarların yarısı kadar idari para
cezası uygulanacağı belirtilmiştir.
2949
sayılı Yasa’nın 29. maddesine göre,
Anayasa Mahkemesi, yasaların
Anayasa’ya aykırılığı konusunda
ilgililer tarafından ileri sürülen
gerekçelere dayanmak zorunda
değildir. Taleple bağlı kalmak
koşuluyla, başka gerekçe ile de
karar verebilir. Bu nedenle dava
konusu kuralın ilgisi nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden
incelemesi gerekmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
“hukuk devleti” insan haklarına
saygılı, bu hakları koruyan, toplum
yaşamında adalete ve eşitliğe uygun
bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni
sürdürmekle kendini yükümlü sayan,
bütün davranışlarında Anayasa’ya ve
hukuk kurallarına uyan, işlem ve
eylemleri yargı denetimine bağlı
olan devlettir.
Yasakoyucu,
ceza hukuku alanında toplumsal
gereksinmelerin zorunlu kıldığı
yasal düzenlemeleri yaparken,
Anayasa’nın ve ceza hukukunun temel
ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla
hangi eylemlerin suç sayılacağı,
bunlara uygulanacak yaptırımların
türü ile nelerin ağırlaştırıcı veya
hafifletici neden olarak kabul
edileceği konularında takdir
yetkisine sahiptir. Ancak hukuk
devletinde adaletli bir hukuk
düzeninin kurulup, sürdürülebilmesi
için yasa koyucuya tanınan bu
yetkiler kullanılırken suçla ceza
arasında makul, kabul edilebilir,
adil bir dengenin gözetilmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
Madde’nin birinci fıkrasında, Radyo
Televizyon Üst Kurulu’nun,
öngördüğü yükümlülükleri yerine
getirmeyen, izin şartlarını ihlâl
eden, yayın ilkelerine ve yasada
belirtilen diğer esaslara aykırı
yayın yapan özel radyo ve televizyon
kuruluşlarını önce uyaracağı veya
aynı yayın kuşağında açık şekilde
özür dilemesini isteyeceği, bu
talebe uyulmaması ve aykırılığın
tekrarı halinde ihlâle konu olan
programın yayınının bir ilâ
oniki
kez arasında durdurulacağı
belirtilmiş, dava konusu ikinci
fıkrada ise, bu tutumlarını ısrarlı
bir şekilde sürdüren yayın
kuruluşları için yüksek miktarda
idari para cezaları getirilmiştir.
İkinci fıkra ile öngörülen
cezaların, yasayla belirlenen ve
ağır bir hukuk ihlâli oluşturduğu
tartışmasız bulunan aykırılıkların
gerçekleşmesi durumunda uygulanacak
olması nedeniyle suçla ceza arasında
bulunması gerekli adil dengenin
korunmadığı ileri sürülemez.
Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 2. maddesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
Kuralın
Anayasa’nın 13., 26. ve 28.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
Haşim
KILIÇ, “Fıkranın (b) ve (c)
bentlerinin”, A.
Necmi
ÖZLER, “Fıkranın tamamının” iptali
gerektiği düşüncesiyle bu görüşe
katılmamışlardır.
18- Kanun’un
16. Maddesiyle Değiştirilen 3984
Sayılı Kanun’un 33. Maddesinin
Beşinci Fıkrasında Yer Alan “...
uyarı yapılmaz ve yayın kuruluşunun
yayını bir ay durdurulur. İhlâlin
tekrarı halinde yayın süresiz olarak
durdurulur ve yayın lisans izni
iptal edilir” bölümünün
incelenmesi
Dava
dilekçesinde, yeterli açıklıkta
düzenlenmeyen, öngörülebilirlik
unsuru taşımayan ve siyasi ortama
göre her yöne çekilebilecek ilkelere
aykırılık ileri sürülerek bir yayın
kuruluşunun uyarı yapılmaksızın önce
bir ay, sonra süresiz olarak
yayınını durdurma ve yayın iznini
iptal etmenin idari nitelikteki bir
kurula basın ve haber alma
özgürlüğünü kısıtlayıcı yetki vermek
ve yargı alanına giren konularda
idareyi yetkilendirmek olduğu, böyle
bir düzenlemenin keyfiliğe yol
açacağı, eylemle önlem arasında
bulunması gereken adil dengenin
bozulduğu, yayın lisans izninin
iptal edilmesinin basın ve haber
alma özgürlüğünün kısıtlanması
anlamına geldiği belirtilerek,
kuralın Anayasa’nın 2., 5., 10.,
13., 15., 26., 28., 29., 30. ve 38.
maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüştür.
Madde’nin beşinci fıkrasında, 3984
sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci
fıkrasının (a), (b), (c) bentlerinde
sayılan, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin varlık ve bağımsızlığına,
Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke
ve inkılaplarına aykırı yayın
yapılması, toplumu şiddete, teröre,
etnik ayrımcılığa sevk eden veya
halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep
ve bölge farkı gözeterek kin ve
düşmanlığa tahrik eden veya toplumda
nefret duyguları oluşturan yayınlara
imkân verilmesi, yayıncılığın gerek
yayın organı gerekse hisse sahipleri
ve üçüncü derece dahil olmak üzere
üçüncü dereceye kadar kan ve
sıhrî
hısımları veya bir başka gerçek veya
tüzelkişinin haksız çıkarları
doğrultusunda kullanılması
ilkelerine aykırı yayın yapılması
halinde uyarının yapılmayacağı ve
yayın kuruluşunun yayınının bir ay
durdurulacağı, ihlâlin tekrarı
halinde yayının süresiz olarak
durdurulacağı ve yayın lisans
izninin iptal edileceği
belirtilmiştir.
İdare,
bir yargı kararına gerek olmaksızın
yasayla verilen yetkiye dayanarak
idare hukukuna özgü yöntemlerle
doğrudan doğruya idari yaptırım
uygulayabilir. Anayasa’nın 38.
maddesinde de “idare, kişi
hürriyetlerinin kısıtlanması
sonucunu doğuran bir müeyyide
uygulayamaz” denilerek idarenin
özgürlüğü bağlayıcı olmamak
koşuluyla idari yaptırım
uygulayabileceği kabul edilmiştir.
Öte
yandan,
yasakoyucu, toplumsal
gereksinmelerin zorunlu kıldığı
yasal düzenlemeleri yaparken,
Anayasa’nın ve ceza hukukunun temel
ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla
hangi eylemlerin suç sayılacağı,
bunlara uygulanacak yaptırımların
türü ile nelerin ağırlaştırıcı veya
hafifletici neden olarak kabul
edileceği konularında takdir
yetkisine sahiptir. Bu yetkinin
idari yaptırımlar için de geçerli
olduğu kuşkusuzdur.
Dava
konusu kuralla getirilen
yaptırımların, belirsizlik içerdiği
için farklı yorumlanabilecek yayın
ilkelerine aykırılık nedeniyle
uygulanacağı ve suçla ceza
arasındaki adil dengeyi de bozucu
nitelikte olduğu ileri sürülmekte
ise de aykırı davranılmasının
yaptırım uygulanmasını gerektireceği
yayın ilkelerinin içeriği, öğreti ve
yargı kararlarıyla belirlenmiştir.
Ayrıca, ihlâli yaptırıma bağlanan
yayın ilkeleriyle korunmak istenen
hukuki yararın büyüklüğü de
gözetildiğinde suçla ceza arasında
bulunması gerekli adil dengenin
bozulduğundan da söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, kural
Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine
aykırı değildir. İptali isteminin
reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 5., 10., 13.,
15., 26., 28., 29. ve 30.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
Haşim
KILIÇ, “Kuralın tamamının”, A.
Necmi
ÖZLER, “Yasa’nın dördüncü maddesinin
ikinci fıkrasının (c) bendi
yönünden” iptali gerektiği
düşüncesiyle bu görüşe
katılmamışlardır.
19- 4756
Sayılı Kanun’un 17. Maddesiyle 3984
Sayılı Kanun’a Eklenen “Ek Madde
1”in İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, özel radyo ve
televizyon kuruluşlarının
yapacakları yayınları, Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumunun veya bu
kurumun özel yayın kuruluşlarıyla
ortak kuracağı şirketin görev ve
sorumluluğunda işletilen verici
tesislerinden yapmalarının verici
tesislerinden yararlanma usul ve
esasları ile her yıl için kira
bedellerinin, Türkiye Radyo
Televizyon Kurumu tarafından
saptanmasının öngörüldüğü böylece,
bir tekelleşmenin oluşacağı
belirtilerek özel kanallara ait
verici yatırımlarının âtıl kalmasına
neden olacağı, bunun da Anayasa’nın
166. ve 167. maddelerine aykırılığı
ileri sürülmüştür.
Maddede, 3984 sayılı Kanun uyarınca
yayın izni verilen özel radyo ve
televizyon kuruluşlarının,
kendilerine tahsis edilen TV kanal
ve radyo frekansından yapacakları
yayınlarını, Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumunun veya bu
amaçla özel yayın kuruluşlarıyla
ortak kuracağı şirketin görev ve
sorumluluğunda işletilen verici
tesislerinden yapmalarının asıl
olduğu, Türkiye Radyo-Televizyon
Kurumunun, verici tesislerinin
kurulması, işletilmesi, yenilenmesi
ve bu tesislerde değişiklik
yapılması sırasında özel yayın
kuruluşlarının ihtiyaçlarını da göz
önünde tutacağı, kurulmasına izin
verilen tesislerin bu Kanunda ve
izin belgesinde öngörülen amaçlar
için kullanılıp kullanılmadığının
Üst Kurul tarafından denetleneceği;
özel radyo ve televizyon yayın
kuruluşlarının Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu’nun verici
tesislerinden yararlanma usul ve
esasları ile yıllık kira
bedellerinin Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu tarafından
belirlenerek Üst Kurul’un onayıyla
yürürlüğe konulacağı belirtilmiştir.
Madde’ye ilişkin gerekçede, “Ek 1
inci madde ile radyo ve televizyon
frekans planlarının kısa sürede
uygulamaya konulabilmesi, Anayasal
düzene aykırı, bölücü ve yıkıcı
yayınların vericilerden yasa dışı
yollarla yapılmasının önlenerek
Devletin güvenliğinin sağlanması,
teknik denetim ve kontrol ile
monitör hizmetlerinin daha kolay
yapılabilmesi, izleyicilerin
yayınları tek bir alıcı anten
kullanarak aynı kalitede
izleyebilmesi, ortak antene
geçilerek
frekans planlarını uygulama
maliyetinin düşürülmesi, sayısal
yayıncılığa geçirildiğinde
kaçınılmaz olarak gündeme gelecek
vericilerin paylaşımı şartlarının
hazırlanması, izin süresi
tamamlandığı zaman yayıncının
değişmesi halinde eski vericilerin
atıl kalmaması, istasyon ve yayın
güvenliğinin daha kolay sağlanması,
işletme, personel ve yedek
malzemeden tasarruf edilebilmesi
gibi sebeplerle yayın izni verilen
özel kuruluşlara verici tesisi kurma
izni verilmemesi ve bu kuruluşların
yayınlarını Türkiye Radyo-Televizyon
Kurumu’na ait vericilerden yapması
öngörülmüştür” denilmektedir.
Anayasa’nın 166. maddesinde,
ekonomik, sosyal ve kültürel
kalkınmayı, özellikle sanayinin ve
tarımın yurt düzeyinde dengeli ve
uyumlu biçimde, hızla gelişmesini,
ülke kaynaklarının döküm ve
değerlendirilmesini yaparak verimli
şekilde kullanılmasını plânlamak bu
amaçla gerekli teşkilâtı kurmak
devlete görev olarak verilmiş,
plânda millî tasarrufu ve üretimi
artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış
ödemelerde dengeyi sağlayıcı,
yatırım ve istihdamı geliştirici
tedbirlerin öngörüleceği;
yatırımlarda toplum yararları ve
gereklerinin gözetileceği;
kaynakların verimli şekilde
kullanılmasının hedef alınacağı
belirtilmiştir.
Yasa’nın gerekçesinde de
belirtildiği biçimde, dava konusu
kuralın, radyo ve televizyon frekans
plânlarının kısa sürede uygulamaya
konulabilmesi, anayasal düzene
aykırı, bölücü ve yıkıcı yayınların
vericilerden yasadışı yollarla
yapılması önlenerek devletin
güvenliğinin sağlanması,
izleyicilerin yayınları tek alıcı
anten kullanarak aynı kalitede
izleyebilmeleri, frekans plânlarının
uygulama maliyetinin düşürülmesi,
eski vericilerin atıl kalmaması,
istasyon ve yayın güvenliğinin daha
kolay sağlanması, işletme, personel
ve yedek malzemeden tasarruf
edilebilmesi gibi kamu yararı ve
güvenliğiyle doğrudan ilgili
nedenler ve Anayasa’nın 166.
maddesine koşut olarak kamu
kaynaklarının daha verimli
kullanılması amacıyla getirildiği
anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, kural
Anayasa’nın 166. maddesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
Özel
radyo ve televizyon kuruluşlarının
yayınlarını TRT Kurumu’nun veya özel
yayın kuruluşları ile ortak
kuracağı şirketin görev ve
sorumluluğunda işletilen verici
tesislerinden yapmalarının, yukarda
belirtilen nedenlerden kaynaklandığı
dikkate alındığında, kuralın özel
teşebbüslerin tekelleşme ve
kartelleşmesini önleme görevini
devlete veren Anayasa’nın 167.
maddesi ile ilgisi görülmemiştir.
20- Kanun’un
17. Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’a
Eklenen “Ek Madde 2”nin Birinci ve
İkinci Fıkralarının İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, iptali istenen
düzenlemenin, 3984 sayılı Kanun’un
34. maddesi ile benzerlik
taşımasının ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin varlık ve
bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne
karşı yıkıcı ve bölücü faaliyetlere
sevk edecek şekilde yayın yapanları
tespit edecek olan idari organa aynı
zamanda yayını durdurma ve yayın
iznini iptal edebilme yetkisi
verilmesinin hukuk devleti ilkesi
ile bağdaşmadığı, öngörülecek
cezanın alt sınırı ile üst sınırı
arasındaki ölçüsüzlüğün keyfi
uygulamalara yol açabileceği
belirtilerek birinci ve ikinci
fıkraların Anayasa’nın 2. ve 13.
maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüştür.
Madde’nin birinci fıkrasında, 3984
sayılı Kanun’da belirtilen
istisnalar dışında, üst kuruldan
izin almadan radyo ve televizyon
yayını yapan ya
da Üst Kurul tarafından geçici
ya da
sürekli iptal edilmesine rağmen
yayın yapan kişiye, kuruluşların ise
sahip ve yöneticilerine, fiilleri
bir başka suç oluştursa bile, fiilin
ağırlığına göre altı aydan iki yıla
kadar hapis cezası ve bir milyar
liradan yüz milyar liraya kadar para
cezası verileceği, ancak, Türkiye
Cumhuriyeti’nin varlık ve
bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne
karşı yıkıcı ve bölücü faaliyetlere
sevk edecek şekilde yayın yaptıkları
tespit edilerek yayınları durdurulan
veya yayın izinleri iptal edilen
kişilerin, bu kuruluşların sahipleri
ve yöneticileri ile bu tür
yayınlarda görev alanların Türk Ceza
Kanunu’nun 314. maddesine göre
cezalandırılacağı, ayrıca tüm yayın
cihazlarının aynı Yasa’nın 36.
maddesine göre müsadere edileceği;
ikinci fıkrasında, yayın bantlarını
bir yıl süre ile muhafaza etmeyen ve
bu süre içinde Üst Kurul veya
Cumhuriyet Savcılığınca istenmesine
rağmen sesli ve görüntülü olarak
teslim etmeyen yayın kuruluşlarının
sahip ve yöneticilerinin, altı aydan
bir yıla kadar ağır hapis ve bir
milyar liradan on milyar liraya
kadar ağır para cezası ile
cezalandırılacakları, ayrıca, bir
aydan üç aya kadar ilgili kuruluşun
yayınının durdurulmasına karar
verileceği, gönderilen bandın içerik
bakımından istenen yayın olmaması
veya bantta tahrifat, çıkarma, silme
gibi işlemler yapılması halinde ise
ayrıca iki yıldan on yıla kadar ağır
hapis ve iki milyar liradan on
milyar liraya kadar ağır para cezası
verileceği belirtilmiştir.
3984
sayılı Kanun’un “Cezalar ve
Müsadere” başlığını taşıyan 34.
maddesinde de aynı fiiller için
hapis cezası ve para cezası
verileceği belirtilmiş, iptali
istenilen kuralda ise hapis cezası
aynı kalmakla birlikte para cezası
miktarları azaltılmış ve Türkiye
Cumhuriyetinin varlık ve
bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne
karşı yıkıcı ve bölücü faaliyetlere
sevk edecek şekilde yayın yaptıkları
tespit edilerek yayınları durdurulan
veya yayın izinleri iptal edilen
kişilerin, kuruluşların
sahiplerinin, yöneticilerinin,
yayınlarda görev alanların Türk Ceza
Kanunu’nun 314. maddesi uyarınca
cezalandırılacakları ve yayın
bantlarının içerik bakımından
istenen yayın olmaması veya bantta
tahrifat, çıkarma, silme gibi
işlemler yapılması halinde
ilgililere ağır hapis ve ağır para
cezası verilmesi öngörülmüştür. Buna
göre, dava konusu düzenlemede
Yasa’nın 34. maddesinde belirtilen
fiiller farklı para cezası
yaptırımına bağlanırken, bu maddede
belirtilmeyen yeni fiiller de suç
sayılmıştır.
Yasakoyucu,
kamu düzeninin korunması amacıyla
ceza hukuku alanında düzenleme
yaparken Anayasa’nın ve ceza
hukukunun temel ilkelerine bağlı
kalmak koşuluyla kamu yararı, kamu
düzeni gibi nedenleri gözeterek
toplumda hangi eylemlerin suç
sayılacağı ve bunlara verilecek
cezaların tür ve miktarlarını
saptama konusunda takdir yetkisine
sahiptir.
Ceza
hukukunun genel ilkeleri uyarınca
aynı fiil nedeniyle kişiye birden
fazla ceza verilemeyeceğinden
Yasa’nın 34. maddesi ile Ek Madde
2’nin kapsamına giren bir suç
işlendiğinde aynı fiil için farklı
yasalarda öngörülen yaptırımlardan
hangisinin uygulanacağına lehe,
aleyhe kanun karşılaştırılması
yapılarak yargı organlarınca karar
verileceği kuşkusuzdur.
Madde’de suç sayılan eylemlerin kamu
düzeni ve güvenliği bakımından
oluşturduğu
tehditin büyüklüğü ve kuralla
korunmak istenen hukuksal yarar
gözetildiğinde cezanın ölçülü
olmadığı, “hukuk devleti” ilkesi ile
çeliştiği ileri sürülemez.
Açıklanan nedenlerle birinci ve
ikinci fıkralar, Anayasa’nın 2.
maddesindeki “hukuk devleti”
ilkesine aykırı değildir. İstemin
reddi gerekir.
Konunun Anayasa’nın 13. maddesiyle
ilgisi görülmemiştir.
Fazıl
SAĞLAM, Birinci Fıkranın son
tümcesinin iptali gerektiği
düşüncesiyle bu bölüme ilişkin
görüşe katılmamıştır.
21- Kanun’un
17. Maddesiyle 3984 Sayılı Kanun’a
Eklenen “Ek Madde 3”ün (b) Bendinin
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, Üst Kurulun uygun
göreceği yerlerdeki yerel ve
bölgesel yayınların izlenmesi ve
kayda alınmasının İçişleri
Bakanlığının görevlendireceği
birimlere devredilmesinin ve
izlemenin bu birimlerce yapılmasının
Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen
“hukuk devleti” ilkesi ve 133.
maddesinde öngörülen “tarafsızlık”
ve “özerklik” ilkelerine aykırılık
oluşturduğu belirtilerek kuralın
iptali istenilmiştir.
Madde’nin dava konusu (b) bendinde,
Üst Kurul’un uygun göreceği
yerlerdeki yerel ve bölgesel
yayınların izlenmesi ve kayda
alınmasının İçişleri Bakanlığının
görevlendireceği birimlere
devredilebileceği, bu halde gerekli
teknik donanım ve ilgili personelin
eğitiminin Üst Kurulca sağlanacağı
ve masrafların Üst Kurulca
karşılanacağı, yayın ilkeleri ve
Kanunda belirtilen diğer esaslara
aykırılığından kuşkulanılan
yayınların bandı değerlendirilmek
üzere Üst Kurula gönderileceği,
İçişleri Bakanlığı ile Üst Kurul
arasındaki işbirliğinin bir protokol
ile düzenleneceği, Telekomünikasyon
Kurumunun milli
monitoring faaliyetleri
kapsamında yayınları izleme
imkânının olması halinde, Üst Kurul
ile Telekomünikasyon Kurumu arasında
imzalanan bir protokol kapsamında bu
yayınların Telekomünikasyon
Kurumunca izleneceği ve
değerlendirmek üzere Üst Kurula
iletileceği belirtilmiştir.
Türkiye’de yayın yapan çok sayıda
ulusal, bölgesel, yerel televizyon
ve radyo bulunması ve faaliyet
alanlarının geniş olması, buna bağlı
olarak yayınlarının etkin bir
şekilde tek bir merkezden izlenmesi
ve kayda alınmasının güçlüğü
karşısında, yasa koyucunun bu
yayınların gerekli teknik donanıma
sahip olması nedeniyle, İçişleri
Bakanlığı’nın görevlendireceği
birimler tarafından izlenmesi ve
kayda alınmasını öngördüğü
anlaşılmaktadır. Ancak, yayın
ilkelerine ve Yasa’da belirtilen
diğer esaslara aykırılığından
kuşkulanılan yayın bantlarının
değerlendirilmesi yetkisi Üst
Kurul’a bırakılmıştır.
Bu
durumda, kimi teknik ve uygulamaya
yönelik zorunluluklar nedeniyle
İçişleri Bakanlığı’nın hizmet
birimlerinden yararlanılması ve bu
Bakanlığın kayıt yapılan bantların
Üst Kurul’ca değerlendirilmesi
aşamasında etkisinin veya karar
alma sürecine katkısının
bulunmaması nedeniyle Kuralın
Anayasa’nın 133. maddesiyle ilgisi
görülmediği gibi 2. maddesinde yer
alan hukuk devleti ilkesinin
zedelendiğinden de söz edilemez.
22- 4756
Sayılı Kanun’un 18. Maddesiyle
Yürürlükten Kaldırılan 3984 Sayılı
Kanun’un 8. Maddesinin (a) Bendinde
Yer alan “... 8 inci maddesinin (a)
bendi ile ...” İbaresinin
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, ulusal ve bölgesel
frekans planlamalarını yapma
yetkisini Üst Kurul’un görev ve
yetkileri arasında sayan 8. maddenin
(a) bendinin yürürlükten
kaldırılması ile ulusal, bölgesel ve
yerel çapta TV kanal ve radyo
frekans planları ile radyo ve
televizyon yayınlarına esas olan
frekans bantlarıyla ilgili
çalışmalar yapma yetkisinin
Telekomünikasyon Kurumuna
devredilmesinin ve hazırlanan
planların Haberleşme Yüksek
Kurulunun onayına sunulmasının
Anayasa’nın 2. ve 133. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüştür.
İptali
istenilen kuralla, ulusal ve
bölgesel frekans plânlarını
yaptırmak görevini Üst Kurulun görev
ve yetkileri arasında sayan 3984
sayılı Kanun’un 8. maddesinin (a)
bendi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu
kuralın yürürlükten kaldırılmasının
Anayasa’ya aykırılığı ileri
sürülmekte ise de yasa koyucu her
zaman genel düzenleme yetkisine
dayanarak işlevini yitiren yasa
kurallarını yürürlükten
kaldırabilir. Bu durumun, Anayasa
ile tanınan güvencelerin ortadan
kaldırılması sonucunu doğurmadıkça
Anayasa’ya aykırılık
oluşturmayacağı açıktır.
Yasa’nın 10. maddesiyle frekans
planlarına ilişkin yeni bir
düzenleme getirilmesi sonucu
işlevini yitiren 3984 sayılı
Kanun’un 8. maddesinin (a) bendinde
yer alan dava konusu ibarenin
yürürlükten kaldırılmasının
Anayasa’ya aykırılığından söz
edilemeyeceğinden, iptal isteminin
reddi gerekir.
Konunun
Anayasa’nın 133. maddesi ile ilgisi
görülmemiştir.
23- 4756
Sayılı Kanun’un 19. Maddesiyle
Değiştirilen 15.7.1950 günlü, 5680
Sayılı Basın Kanunu’nun 16.
Maddesinin Birinci Fıkrasının (1)
Numaralı Bendinin; 20. maddesiyle
Değiştirilen Aynı Yasa’nın 17.
Maddesinin Birinci Fıkrasının İkinci
Tümcesinde Yer alan “... tazminat
miktarı, on milyar liradan az
olmamak üzere ...” İbaresi ile
Dördüncü Tümcesinde Yer alan “...
tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve ...”
İbaresinin; 22. Maddesiyle
Değiştirilen Aynı Yasa’nın 20.
Maddesinin; 25. Maddesiyle
Değişiklikler Yapılan Aynı Yasa’nın;
21., 22., 23., 24., 25., 26., 28.,
30., 31., 32., 33. ve 34.
Maddelerinin İncelenmesi
Dava
dilekçesinde bu kuralların
Anayasa’nın 2., 13., 26., 28., 38.
ve 141. maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüş ise de, iptali istenilen
kurallar dava açıldıktan sonra
yürürlüğe giren 9.6.2004 günlü, 5187
sayılı Yasa’nın 30. maddesiyle
yürürlükten kaldırıldığından bu
kurallara ilişkin konusu kalmayan
istem hakkında karar verilmesine yer
olmadığı yolunda karar verilmesi
gerekir.
24- 4756
Sayılı Kanun’un Geçici 4. Maddesinin
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, belirli bir süre için
görevlendirilen Üst Kurul üyelerinin
bu süre dolmadan görevlerinden
uzaklaştırılmalarını öngören
düzenlemenin Anayasa’nın 2.
maddesinde güvence altına alınan
“hukuk devleti” ilkesine aykırılık
oluşturduğu ileri sürülmüştür.
Madde
de, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca seçilecek
beş üyesinin siyasi parti
gruplarınca Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanı oluşum
formülüne göre belirlenecek
kontenjan doğrultusunda Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na,
Bakanlar Kurulunca seçilecek üye
adaylarının ilgili kurum ve
kuruluşlar tarafından Başbakanlığa
bu Kanun’un yayımı tarihinden
itibaren 1 ay içinde bildirileceği,
siyasi parti gruplarınca gösterilen
adayların; Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca işaret
oyuyla ayrı
ayrı oylanmaları suretiyle
seçimlerinin yapılacağı, seçilemeyen
adaylar yerine ilgili siyasi parti
gruplarınca yeni adayların
bildirileceği belirtilmiştir.
Yasa’nın 3. maddesiyle değiştirilen
3984 sayılı Yasa’nın 6. maddesinin
birinci fıkrasının, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu’nda görev
alacak olan beş üyenin siyasî parti
gruplarınca belirlenecek kontenjan
doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulu’nca seçilmesini
öngören (a) bendi iptal edilmiş
olduğundan Geçici 4. maddenin bu
seçime ilişkin usulleri belirleyen “Radyo
ve Televizyon Üst Kurulunun Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca
seçilecek beş üyesi siyasi parti
gruplarınca Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanı oluşum
formülüne göre belirlenecek
kontenjan doğrultusunda Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
... Siyasi parti gruplarınca
gösterilen adayların; Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunca
işaret oyuyla ayrı
ayrı
oylanmaları suretiyle seçimleri
yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine
ilgili siyasi parti gruplarınca yeni
adaylar bildirilir” bölümünün de
aynı gerekçeyle iptali gerekir.
Madde’nin “Bakanlar Kurulunca
seçilecek üye adayları ilgili kurum
ve kuruluşlar tarafından
Başbakanlığa bu Kanun’un yayımı
tarihinden itibaren bir ay içinde
bildirilir” bölümünün
incelenmesine gelince:
İptali
istenilen kuralda, 3984 sayılı
Kanun’un değişik 6. maddesinde
belirtildiği gibi Bakanlar Kurulunca
seçilecek üye adayların kurum ve
kuruluşlarca, Yasa’nın yayımı
tarihinden itibaren bir ay içinde
Başbakanlığa bildirileceği
öngörülmüştür.
Yasa’nın 3. maddesi ile 3984 sayılı
Kanun’un değişik 6. maddesi
değiştirilerek Üst Kurul üyelerinden
bir bölümünün Bakanlar Kurulunca
seçilmesini öngören kural,
Anayasa’ya aykırı görülmediğinden
buna ilişkin
usuli işlemleri içeren Geçici
4. maddedeki “Radyo ve Televizyon
Üst Kurulunun Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca seçilecek
beş üyesi, siyasî parti gruplarınca
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlık Divanı oluşum formülüne
göre belirlenecek kontenjan
doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına, ... Siyasî
parti gruplarınca gösterilen
adayların; Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca işaret
oyuyla ayrı
ayrı oylanmaları suretiyle
seçimleri yapılır. Seçilemeyen
adaylar yerine ilgili siyasî parti
gruplarınca yeni adaylar bildirilir”
bölümü de Anayasa’ya aykırı
görülmemiştir. İptal isteminin reddi
gerekir.
C- İptal
Kararının Öteki Maddelere Etkisi
2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 29. maddesinin ikinci
fıkrasında “…başvuru,
kanunun, kanun hükmünde kararnamenin
veya İçtüzüğün sadece belirli madde
veya hükümleri aleyhinde yapılmış
olup da, bu belirli madde veya
hükümlerin iptali kanunun, kanun
hükmünde kararnamenin veya İçtüzüğün
bazı hükümlerinin veya tamamının
uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa,
Anayasa Mahkemesi, keyfiyeti
gerekçesinde belirtmek şartıyla
kanunun, kanun hükmünde kararnamenin
veya İçtüzüğün bahis konusu öteki
hükümlerinin veya tümünün iptaline
karar verebilir.” denilmektedir.
Yasa’nın 2. maddesiyle değiştirilen
3984 sayılı Kanun’un 4. maddesinin
ikinci fıkrasının (r) bendinde yer
alan “... ana program ile...”
ibaresinden sonra gelen “... ilgili
...” sözcüğünün iptali nedeniyle
bundan sonra gelen “... veya ...”
sözcüğünün, uygulanma olanağı
kalmadığından, 2949 sayılı Yasa’nın
29. maddesinin ikinci fıkrası
gereğince iptaline karar verilmesi
gerekmiştir.
VI- İPTAL
KARARI NEDENİYLE YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA
İSTEMİNİN İNCELENMESİ
15.5.2002 günlü, 4756 sayılı
“Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun, Basın
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile
Kurumlar Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”
un:
A-
2. maddesiyle değiştirilen 13.4.1994
günlü, 3984 sayılı, Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun’un 4.
maddesinin ikinci fıkrasının, (k)
bendinde yer alan “... korku
salacak yayın ...” sözcükleri ile
(v) bendinin “Yayınların
karamsarlık, umutsuzluk, ...
eğilimlerini körükleyici ...
nitelikte olmaması” bölümünün
yürürlüklerinin durdurulması
isteminin REDDİNE,
Haşim
KILIÇ, Yalçın ACARGÜN, Ertuğrul
ERSOY, Ahmet AKYALÇIN ile Enis
TUNGA’nın
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
B-
3. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 6. maddesinin
birinci fıkrasının (b), (c) ve (d)
bentlerinin yürürlüklerinin
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
C-
5.
maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı
Yasa’nın 9. maddesinin son
fıkrasının yürürlüğünün durdurulması
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D-
7. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 12. maddesinin
birinci fıkrasının (d) bendinin
yürürlüğünün durdurulması isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E-
8. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 13. maddesinin
birinci fıkrasının “... 33 üncü
maddede belirtilen idarî para
cezaları da cezaların tahakkukunu
müteakip ilgili yayın kuruluşları
tarafından ödenir” bölümünün
yürürlüğünün durdurulması isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F-
10. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 24. maddesinin
birinci, ikinci ve üçüncü
fıkralarının yürürlüklerinin
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
G-
12. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 28. maddesinin;
1-
Altıncı
fıkrasının yürürlüğünün durdurulması
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2-
Sekizinci fıkrasının, dördüncü
tümcesinde yer alan “... tazminat
miktarı, on milyar liradan az
olmamak üzere...” ibaresi ile
altıncı tümcesinde yer alan “...
tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve ...”
ibaresinin, yürürlükleri 12.6.2002
günlü, E. 2002/97, K. 2002/9
(Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararla
durdurulduğundan, bunlara ilişkin
istem hakkında YENİDEN KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
H-
13. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 29. maddesinin
birinci fıkrasının (d) ve (e)
bentlerinin, yürürlükleri 12.6.2002
günlü, E. 2002/97, K. 2002/9
(Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararla
durdurulduğundan, bunlara ilişkin
istem hakkında YENİDEN KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
I-
14. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 31. maddesinin
ikinci fıkrasının yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
İ-
17. maddesiyle 3984 sayılı Yasa’ya
eklenen, Ek Madde 1, Ek Madde 2’nin
birinci ve ikinci fıkraları ve Ek
Madde 3’ün birinci fıkrasının (b)
bendinin birinci paragrafının,
yürürlüklerinin durdurulması
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
J-
18. maddesinde yer alan “... 8 inci
maddesinin (a) bendi ile
...”ibaresinin, yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
K-
19. maddesiyle değiştirilen
15.7.1950 günlü, 5680 sayılı, Basın
Kanunu’nun 16. maddesinin birinci
fıkrasının (1) numaralı bendinin
yürürlüğünün durdurulması isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
L-
Geçici
4. maddesinin, yürürlüğü 12.6.2002
günlü, E. 2002/97, K. 2002/9
(Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararla
durdurulduğundan, buna ilişkin istem
hakkında YENİDEN KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
27.6.2002 gününde karar verildi.
VII- SONUÇ
15.5.2002 günlü, 4756 sayılı
“Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun, Basın
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile
Kurumlar Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un:
A-
1- 2. maddesiyle değiştirilen
13.4.1994 günlü, 3984 sayılı Radyo
ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun’un 4.
maddesinin ikinci fıkrasının;
a- (b) bendinin “... veya toplumda
nefret duyguları oluşturan ...”
bölümünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE,
b- (k) bendinin “... veya korku
salacak ...” bölümünün Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE,
c- (r) bendinde yer alan “...
ana program ile ...”
ibaresinden sonra gelen “ ...
ilgili ...” sözcüğünün Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
d- (v) bendi, 3.8.2002 günlü, 4771
sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun’un 8.
maddesinin (B) fıkrasıyla
değiştirildiğinden, bu bendin
“Yayınların karamsarlık, umutsuzluk,
... eğilimlerini körükleyici ...
nitelikte olmaması” bölümüne ilişkin
KONUSU KALMAYAN İSTEM HAKKINDA KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
2- 3. maddesiyle 3984 sayılı
Yasa’nın başlığı ile birlikte
değiştirilen 6. maddesinin birinci
fıkrasının;
a- (a) bendinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE,
b- (b) bendinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE,
c- (c) bendinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE,
d- (d) bendi, 14.7.2004 günlü, 5218
sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun’un 2.
maddesinin (D) fıkrasıyla
yürürlükten kaldırıldığından, BU
BENDE İLİŞKİN KONUSU KALMAYAN İSTEM
HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
3- 5. maddesiyle 3984 sayılı
Yasa’nın başlığı ile birlikte
değiştirilen 9. maddesinin son
fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, Ertuğrul
ERSOY, Fazıl SAĞLAM ile Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- 7. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 12. maddesinin
birinci fıkrasının (d) bendinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE,
Sacit
ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Tülay
TUĞCU ile Fazıl
SAĞLAM’ın
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
5- 8. maddesiyle 3984 sayılı
Yasa’nın başlığı ile birlikte
değiştirilen 13. maddesinin birinci
fıkrasının “... 33 üncü maddede
belirtilen idarî para cezaları da
cezaların tahakkukunu müteakip
ilgili yayın kuruluşları tarafından
ödenir.” bölümünün Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
6- 10. maddesiyle 3984 sayılı
Kanun’un başlığı ile birlikte
değiştirilen 24. maddesinin birinci,
ikinci ve üçüncü fıkralarının
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
7- 12. maddesiyle 3984 sayılı
Kanun’un 28. maddesinin
değiştirilen;
a- Altıncı fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Haşim
KILIÇ’ın
“ Fıkrada yer alan ‘... otuz milyar
liradan doksan milyar liraya kadar
...’ ibaresinin ”; Mehmet
ERTEN’in
“Fıkrada yer alan ‘... kuruluşun
yayınlarından sorumlu en üst
yöneticisi ile kuruluşun sahibi olan
anonim şirketin yönetim kurulu
başkanına ...’ ibaresinin”; A.
Necmi
ÖZLER’in
“Fıkranın tamamının” iptali
gerektiği yolundaki
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Sekizinci fıkrasının,
aa-
Dördüncü tümcesinde yer alan “...
tazminat miktarı, on milyar liradan
az olmamak üzere...” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, Haşim
KILIÇ, Sacit
ADALI, Mehmet ERTEN ile Fazıl
SAĞLAM’ın
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
bb-
Altıncı tümcesinde yer alan “...
tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve ...”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Tülay TUĞCU, Cafer ŞAT ile
Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
8- 13. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 29. maddesinin (d)
ve (e) bentlerinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, Fulya
KANTARCIOĞLU ile Mehmet
ERTEN’in
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
9- 14. maddesiyle 3984 sayılı
Kanun’un başlığı ile birlikte
değiştirilen 31. maddesinin ikinci
fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
10- 16. maddesiyle 3984 sayılı
Kanun’un başlığı ile birlikte
değiştirilen 33. maddesinin;
a- Birinci fıkrasının,
aa-
Üçüncü tümcesinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
bb-
Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- İkinci fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Haşim
KILIÇ’ın
“ Fıkranın (b) ve (c)
bentlerinin”, A.
Necmi
ÖZLER’in
“Fıkranın tamamının” iptali
gerektiği yolundaki
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- Beşinci fıkrasının,
aa-
“... uyarı yapılmaz ve yayın
kuruluşunun yayını bir ay
durdurulur.” bölümünün Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
bb-
“...İhlâlin tekrarı halinde yayın
süresiz olarak durdurulur ve yayın
lisans izni iptal edilir” bölümünün
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE,
Haşim
KILIÇ’ın
“Kuralın tamamının”, A.
Necmi
ÖZLER’in
“Yasa’nın dördüncü maddesinin ikinci
fıkrasının (c) bendi yönünden”
iptali gerektiği yolundaki
karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
11- 17. maddesiyle 3984 sayılı
Kanun’a eklenen;
a- Ek Madde 1’in Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- Ek Madde 2’nin,
aa-
Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Fazıl
SAĞLAM’ın “Fıkranın son
tümcesinin iptali gerektiği”
yolundaki
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
bb-
İkinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
c- Ek Madde 3’ün birinci fıkrasının
(b) bendinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
12- 18. maddesinde yer alan “... 8
inci maddesinin (a) bendi ile ...”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
13- 19. maddesiyle değiştirilen
15.7.1950 günlü, 5680 sayılı Basın
Kanunu’nun 16. maddesinin birinci
fıkrasının (1) numaralı bendi,
9.6.2004 günlü, 5187 sayılı Basın
Kanunu’nun 30. maddesiyle
yürürlükten kaldırıldığından, BU
BENDE İLİŞKİN KONUSU KALMAYAN İSTEM
HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
14- 20. maddesiyle değiştirilen
5680 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasının ikinci tümcesinde
yer alan “... tazminat miktarı, on
milyar liradan az olmamak üzere...”
ibaresi ile dördüncü tümcesinde yer
alan “... tensip kararı ile birlikte
bilirkişiyi de tayin eder ve ...”
ibaresi, 5187 sayılı Yasa’nın 30.
maddesiyle yürürlükten
kaldırıldığından, BU İBARELERE
İLİŞKİN KONUSU KALMAYAN İSTEM
HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
15- 22. maddesiyle değiştirilen 5680
sayılı Yasa’nın 20. maddesi, 5187
sayılı Yasa’nın 30. maddesiyle
yürürlükten kaldırıldığından, BU
MADDEYE İLİŞKİN KONUSU KALMAYAN
İSTEM HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
16- 25. maddesiyle değişiklikler
yapılan 5680 sayılı Yasa’nın 21, 22,
23, 24, 25, 26, 28, 30, 31, 32, 33
ve 34. maddeleri, 5187 sayılı
Yasa’nın 30. maddesiyle yürürlükten
kaldırıldığından, BU MADDELERE
İLİŞKİN KONUSU KALMAYAN İSTEM
HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
17-
Geçici 4. maddesinin,
a-
“Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca seçilecek beş üyesi,
siyasî parti gruplarınca Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanı oluşum formülüne göre
belirlenecek kontenjan doğrultusunda
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına, ... Siyasî parti
gruplarınca gösterilen adayların;
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca işaret oyuyla ayrı
ayrı
oylanmaları suretiyle seçimleri
yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine
ilgili siyasî parti gruplarınca yeni
adaylar bildirilir.” bölümünün
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE,
b-
Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B-
2. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci
fıkrasının (r) bendinde yer alan
“... ana program ile ...”
ibaresinden sonra gelen “... ilgili
...” sözcüğünün iptali nedeniyle
bundan sonra gelen “... veya ...”
sözcüğünün, uygulanma olanağı
kalmadığından, 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 29.
maddesinin ikinci fıkrası gereğince
İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C-
1- 5. maddesiyle 3984 sayılı
Kanun’un başlığı ile birlikte
değiştirilen 9. maddesinin son
fıkrasının,
2- 16. maddesiyle 3984 sayılı
Kanun’un başlığı ile birlikte
değiştirilen 33. maddesinin birinci
fıkrasının üçüncü tümcesinin,
iptallerinin doğuracağı hukuksal
boşluk kamu yararını ihlal edici
nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın
153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla
2949 sayılı Yasa’nın 53. maddesinin
dördüncü ve beşinci fıkraları
gereğince BU KURALLARA İLİŞKİN İPTAL
HÜKÜMLERİNİN, KARARIN RESMİ
GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN
BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE
GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
21.9.2004 gününde karar verildi.
Başkanvekili
Haşim
KILIÇ |
Üye
Sacit
ADALI |
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU |
|
|
|
Üye
Ertuğrul ERSOY |
Üye
Tülay TUĞCU |
Üye
Ahmet AKYALÇIN |
|
|
|
Üye
Mehmet ERTEN |
Üye
Cafer ŞAT |
Üye
Fazıl SAĞLAM |
|
|
|
Üye
A.
Necmi ÖZLER |
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
1-
Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen
3984 sayılı Kanun’un 28. maddesinin
altıncı fıkrasında; gerçek
ya da
tüzel kişilerin kişilik haklarına
saldırı teşkil eden veya karşı cevap
ve düzeltme hakkı tanınmasına
ilişkin mahkeme kararına rağmen
yayını yapmayan eksik
ya da
geciktirerek yayınlayan yayın
kuruluşunun sorumlu en üst
yöneticisi ile kuruluşun sahibi
anonim şirket yönetim kurulu
başkanı’na otuz milyon liraya kadar
para cezası, ayrıca Üst Kurul’ca
eylemin ağırlığına göre üç aya kadar
gelir getirici yayın yapma yasağı
verileceği, ikinci kez tekrarı
halinde yayın izninin iptal
edileceği ve cezaların
ertelenmeyeceği öngörülmüştür.
“Düzeltme ve cevap hakkını” gereği
gibi yerine getirmeyen yayın
kuruluşunun sorumlu yöneticisi ve
sahibi ağır para cezası ile
cezalandırılmakta tekrarı halinde de
yayın kuruluşunun yayın izni iptal
edilmektedir.
Sözkonusu cezalar iki yönden
Anayasa’ya aykırıdır.
a-
Yayın kuruluşu sahibinin
cezalandırılması “cezaların
şahsiliği” ilkesine aykırıdır. Yayın
Kuruluşu sahibinin kusura dayalı bir
ceza sorumluluğundan bahsetmek
mümkün değildir. Sahip, çoğu kez
ticari amacı ön planda tutan ve
yayın kuruluşunun mali ve teknik
konularını üstlenen kişidir. Yayın
sorumluluğu ise yayını yöneten,
yönlendiren bu konuda olumlu-olumsuz
kararlar alan yöneticiye aittir. Bu
sorumluluğu yayın kuruluşunun
sahibine yaygınlaştırmak cezaların
şahsiliği ilkesiyle bağdaşmaz.
Nitekim Basın Kanunu’nda da basın
organı sahibinin cezai sorumluluğu
öngörülmemiştir. Bunların ancak
tazminattan doğan sorumlulukları
sözkonusu
olabilir. Bu nedenle yayından doğan
sorumluluğu yayın kuruluşunun
sahibine de yansıtmak Anayasa’nın
38. maddesindeki “cezaların
şahsiliği” ilkesine aykırılık
oluşturur.
b-
Madde de öngörülen cezalar; fiil’le
ceza arasında olması gereken ceza
adaletini yansıtmamaktadır. Cevap ve
düzeltme hakkının gerektiği şekilde
yerine getirilmemesi fiilinin
doğuracağı etki ile yayın
kuruluşunun yayınının iptal edilmesi
arasında adil bir dengeden
sözetmek
olanaklı değildir. Ceza ve fiil
arasında oranlı bir dengenin varlığı
ceza siyasetinin temel unsurudur.
Ceza ve fiil arasında adil bir
dengenin oluşması hukuk devletinin
de gereğidir.
Cevap
ve düzeltme hakkına yer verilmemesi
nedeniyle yayın organının izninin
iptal edilmesi ve yayın hayatına son
verilmesi toplumun haber alma
özgürlüğünü de zedeleyen bir sonuç
doğurmaktadır. Üst Kurul’a yayın
kuruluşuna gelir getirici yayın
yapma cezası verme yetkisi verilmesi
de sınırları belli olmayan kimi
keyfi uygulamalara neden olabilecek
belirsizlikler içermektedir.
Sözkonusu
cezalar, özellikle bölgesel ve yerel
yayın yapan kuruluşları ciddi
boyutlarda olumsuz yönde etkileyecek
ağırlık ve nitelik taşımakta,
düşünceyi yayma özgürlüğünü
kaldıracak sonuçlar doğurmaktadır.
2- Aynı
maddenin değişik sekizinci
fıkrasında cevap ve düzeltme hakkına
yer vermeyen yayın kuruluşundan
gerçek ve tüzel kişilerin tazminat
hakları saklı tutulmakta ve talebin
haklı görülmesi halinde tazminat
miktarının
onmilyardan az olamayacağı
öngörülmektedir.
Kural,
hakimin tazminat miktarını duruma
göre serbestçe takdir etme olanağını
ortadan kaldırdığı için iptal
edilmiştir.
Yasa
koyucunun cezalarda olduğu gibi
tazminatlarda da alt sınır
öngörmesini takdir alanı içinde
değerlendirmek gerekir. Kamu
yararının ve ihtiyaçların öngörmesi
durumunda Anayasa’ya aykırı olmamak
ve kişilerin uğradığı kayıpları
karşılamasa bile caydırıcı etki
gözetilerek bu tür düzenlemeler
yapılması Anayasa’ya aykırılık
oluşturmaz. Öngörülen düzenleme
yayın organının yayın hayatına son
verme ya
da sahibini cezalandırmanın aksine,
tazminat yolu ile kişiselleştirmeye
en uygun adil ve dengeli bir
yaptırım olmasıyla Anayasa’ya uygun
kural olma özelliğini daha çok
yansıtmaktadır.
3-
Yasa’nın 16. maddesiyle 3984 sayılı
Yasa’nın değişik 33. maddesinin (b)
ve (c) bentleri ile beşinci
fıkrasında yer alan “ihlâlin tekrarı
halinde yayın süresiz olarak
durdurulur ve yayın lisans ismi
iptal edilir.” bölümü de cezalardaki
ölçüsüzlük, ağırlık, fiil-ceza
dengesizliği, haber alma, haber
verme, düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü yönünden yukarıda
belirtilen gerekçelerle Anayasa’ya
aykırı olması nedeniyle çoğunluk
görüşüne katılmadım.
Başkanvekili
Haşim
KILIÇ
KARŞIOY
GEREKÇESİ
1- Yasa’nın 7. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Kanun’un
12. maddesinin birinci fıkrasının
(d) bendine ilişkin Fulya
KANTARCIOĞLU’nun karşı oyuna,
2- Aynı Yasa’nın 12. maddesiyle 3984
sayılı Kanun’un 28. maddesinin
değiştirilen sekizinci fıkrasının
dördüncü tümcesinde yer alan “...
tazminat miktarı, on milyar liradan
az olmamak üzere...” ibaresine
ilişkin Haşim
KILIÇ’ın
karşı oyuna,
katılıyorum.
Üye
Sacit
ADALI
KARŞIOY
GEREKÇESİ
I-
15/5/2002 günlü 4756 sayılı Yasa’nın
7. maddesiyle değiştirilen 3984
sayılı Yasa’nın 12. maddesinin
birinci fıkrasının (d) bendinin
incelenmesi:
3984
sayılı Yasa’nın 4756 sayılı Yasa ile
değiştirilen 12. maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendinde, “Radyo ve
televizyon kuruluşlarına 33 üncü
madde uyarınca verilecek idari para
cezaları” Üst Kurul’un gelirleri
arasında sayılmıştır. 3984 sayılı
Yasa’nın 4756 sayılı Yasa ile
değiştirilen 33. maddesinde, Üst
Kurul’un, öngördüğü yükümlülükleri
yerine getirmeyen, izin şartlarını
ihlâl eden, yayın ilkelerine ve bu
Kanunda belirtilen diğer esaslara
aykırı yayın yapan özel radyo ve
televizyon kuruluşlarına, maddede
belirtilen koşullara bağlı olarak
idari para cezası uygulanması
öngörülmüştür.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen
hukuk devletinin önde gelen
özelliklerinden biri de kuşkusuz
adaletli bir hukuk düzeni kurup,
bunu geliştirerek sürdürmektir. Bu
bağlamda, hukuk kurallarının her
türlü kuşkudan uzak tam bir
tarafsızlıkla uygulanacağı konusunda
bireylere güven verilmesinin önemi
yadsınamaz.
Dava
konusu kuralla Üst Kurul’un
gelirleri arasında sayılan para
cezalarının Üst Kurul tarafından
verilmesinin öngörülmesi,
cezalandırılan yönünden bu Kurul’un
kendi gelirleri konusunda tarafsız
olamayacağı kuşkusu uyandırabilir.
Bunun da hukuk devleti anlayışına
zarar vermeyeceği ileri sürülemez.
Hukuk devleti ilkesindeki gelişmeler
ve bugün için kazandığı anlam ve
içerik, özellikle kişilerin hak ve
özgürlükleriyle ilgili alanlarda,
kuralların ve uygulamaların
duraksamaya yer vermeyecek biçimde
güven ortamını sağlayıcı nitelikte
olmasını zorunlu kılmaktadır.
Yargı
güvencesinin bulunmasının önemi
tartışmasız ise de ilk başta
duyulabilecek kaygıları yok etmeye
yetmeyeceğinden kuralın hukuk
devleti ilkesiyle bağdaşmadığı ve
iptali gerektiği düşünülmektedir.
II-
4756 sayılı Yasa’nın 13. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Yasa’nın
29. maddesinin (d) ve (e)
bentlerinin incelenmesi:
3984
sayılı Yasa’nın 4756 sayılı Yasa ile
değiştirilen 29. maddesinin (d)
bendinde “Üst Kurul tarafından
düzenlenecek yönetmeliğe uygun
olarak her yıl yapılacak yıllık
ortalama izlenme oranı ölçümlerine
göre yıllık ortalama izlenme ve
dinlenme oranı %20’yi geçen bir
televizyon veya radyo kuruluşunda
bir gerçek veya tüzel kişinin veya
bir sermaye grubunun sermaye payı %
50’yi geçemez.
Gerçek kişinin hisselerinin
hesaplanmasında üçüncü derece dahil
olmak üzere üçüncü dereceye kadar
kan ve sıhri
hısımlara ait hisseler de aynı
kişiye aitmiş gibi hesaplanır.”
denilmekte (e) bendinde de, önceki
bent de belirtilen oranların
aşılması durumunda sermaye payının %
50’nin altına indirilmesi için
izlenecek yöntem ve uygulanacak
yaptırım düzenlenmektedir.
Davacılar iptal istemine konu olan
kuralların, özellikle tekelleşme ve
kartelleşmeye neden olacağını, bu
durumun düşünce ve basın
özgürlükleri yönünden
olumsuzluklara yol açacağını
belirterek Anayasa’nın 2, 26, 28 ve
167. maddelerine aykırılığını ileri
sürmüşlerdir.
Anayasa’nın 167. maddesinin ilk
fıkrasında, Devlet’in, para, kredi,
sermaye, mal ve hizmet piyasalarının
sağlıklı ve düzenli işlemelerini
sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri
alacağı, piyasalarda fiili veya
anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önleyeceği hükme
bağlanmıştır. Bu kuralla Devlet’e
verilen görev, maddenin gerekçesinde
de belirtildiği gibi özel teşebbüsün
rekabet koşulları içinde yararlı
yönde gelişmesine yardımcı olmak, bu
bağlamda rekabet koşullarını
sağlayabilmek için de piyasalarda
fiili veya anlaşma sonucu bir mal
veya hizmetin “tek” kuruluşun elinde
bulunmasını (tekelleşme) veya kimi
ticaret ve üretim kuruluşlarının
daha fazla kazanç sağlamak veya
başka kuruluşlar karşısında güçlü
olmak amacıyla birlikler kurmasını
(kartelleşme) engellemektir.
RTÜK
kayıtlarına göre, Türkiye’de
faaliyet gösteren toplam 249
Televizyon bulunmaktadır. Bunun
16’sı Ulusal, 15’i bölgesel ve 218’i
yerel televizyondur. Bu koşullar da
herhangi bir televizyonun
Anayasa’nın 167. maddesi kapsamında
tekel veya kartel oluşturabileceği
savı gerçekçi görünmemektedir. Kaldı
ki belirtilen televizyonların
izlenme ve dinlenme oranının % 20’yi
geçmesi
durumunda dava konusu kurallarla
bunlara sahip olan gerçek veya tüzel
kişilerin sermaye payının % 50’yi
geçmesi
önlenerek, bu alanda tekelleşme ve
kartelleşme oluşturmasa da haber
kaynaklarının halkı belli
doğrultuda yönlendirme olasılığına
karşı bireylerin tarafsız haber ve
bilgi alma bağlamındaki düşünce
özgürlükleri güvenceye alınmak
istenmiştir. Uygulamada % 20 izlenme
ve dinlenme payına ulaşılamaması
nedeniyle bu oranın istenilen amaca
ulaşmaya elverişli olmadığı
düşüncesi ise sadece varsayımdır. Bu
oranın hangi sınıra çekilmesi
halinde ileri sürülen sakıncaların
ortadan kalkacağını öngörebilmek ise
radyo ve televizyon alanındaki
teknolojik gelişmelerin hızı da
gözetildiğinde oldukça zor hatta
olanaksızdır. Ayrıca, düşünce
özgürlüğü öne çıkarılarak oranların
çok fazla düşürülmesinin radyo ve
televizyon kuruluşlarında sermaye
payı bulunanların mülkiyet haklarına
aşırı bir müdahale oluşturup
oluşturmayacağı sorununun da
gözardı
edilemeyeceği bir gerçektir. Bu
sorunları gözeterek Anayasal
sınırları aşmamak koşuluyla bir
seçim yapmak ise yasa koyucunun
değerlendirme alanı içine
girmektedir. Ortada somut, kesinlik
kazanmış güvenilir veriler olmadan
Kural’ın Anayasa’ya aykırılığı
sonucuna varılamaz.
Öte
yandan, bir kuralın Anayasa’ya
aykırı olup olmadığı incelenirken,
sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesi
için konu hukuksal bütünlük içinde
irdelenerek, kuralın yer aldığı
Yasa’da veya ilgili diğer yasalarda
doğması olası sakıncaları
önleyebilecek düzenlemeler bulunup
bulunmadığının da araştırılması
gerekir.
3984
sayılı Yasa’nın 4756 sayılı Yasa ile
değiştirilen 4. maddesinde, radyo,
televizyon ve veri yayınlarında
uyulması gereken yayın ilkeleri
ayrıntılı olarak açıklanmış, bunlar
arasında kişi hak ve özgürlüklerinin
korunması ve haksız rekabetin
önlenmesine yönelik sınırlayıcı
düzenlemelere yer verilmiştir. 33.
maddede de yayın ilkelerinin ihlâli
ağır yaptırımlara bağlanmıştır. 4054
sayılı Rekabetin Korunması Hakkında
Kanun’un 4. maddesi ile belirli bir
mal veya hizmet piyasasında doğrudan
veya dolaylı olarak rekabeti
engelleme, bozma
ya da
kısıtlama amacını taşıyan veya bu
etkiyi doğuran yahut doğurabilecek
nitelikte olan teşebbüsler arası
anlaşmalar, uyumlu eylemler ve
teşebbüs birliklerinin bu tür karar
ve eylemleri; 6. maddesi ile de, bir
veya birden fazla teşebbüsün ülkenin
bütününde ya
da bir bölümünde bir mal veya hizmet
piyasasındaki hâkim durumunu tek
başına yahut başkaları ile yapacağı
anlaşmalar ya
da birlikte davranışlar ile kötüye
kullanması hukuka aykırı ve yasak
kabul edilmiş 16. maddesinde ise
belirtilen yasaklara uymayanlar için
yaptırımlar öngörülmüştür.
Bu
düzenlemeler dava konusu kurallarla
birlikte değerlendirildiğinde,
davacıların Anayasa’ya aykırılık
savlarının, somut verilere değil,
daha çok ileriye dönük kimi
olasılıklara dayandığı, bu nedenle
de Anayasal temelinin bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu
(d) ve (e) bentlerinin Anayasa’ya
aykırı olmadığı ve istemin reddi
gerekeceği düşüncesiyle çoğunluk
görüşüne katılmıyorum.
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
KARŞIOY
GEREKÇESİ
4756
sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun,
Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu
ile Kurumlar Vergisi Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
5. maddesi ile değiştirilen 3984
sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanun’un 9. maddesinin son
fıkrasında; “Üst Kurul, Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulunun
denetimine tabidir.” denilerek
RTÜK’ün
denetleme görevi Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu’na verilmiştir.
Anayasa’da, devletin gelir ve
giderlerinin TBMM tarafından
denetlenmesi için 160. ve 165.
maddelerde açıklanan ikili yöntem
benimsenmiştir. 160. madde ile genel
ve katma bütçeli dairelerin bütün
gelir, gider ve mallarının TBMM
adına denetlenmesi görevi Sayıştay’a
verilmiştir. 165. madde de ise kamu
kuruluş ve ortaklıklarının
(sermayesinin yarısından fazlası
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
Devlete ait olan kamu kuruluş ve
ortaklıklar) TBMM’ce denetlenmesi
esaslarının düzenlenmesi Kanun’a
bırakılmıştır.
RTÜK
özerk ve bağımsız bir üst kurul
olması nedeniyle, Anayasa’nın 160.
maddesinde öngörülen genel ve katma
bütçeli idarelerden ve 165. maddede
belirtilen sermayesinin yarısından
fazlası doğrudan veya dolaylı olarak
Devlete bağlı kamu kuruluş ve
ortaklıklarından değildir. 3984
sayılı RTÜK Kanunu’nun 12. maddesi
uyarınca “Üst Kurulun bütçesi ve
kadro cetvelleri Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı bütçesi
ile birlikte Türkiye Büyük Millet
Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda
incelenir ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda görüşülerek
karara bağlanır.” kuralı bulunmakta
ise de salt bu kural
RTÜK’ün
Sayıştay denetimine tabi olacağı
anlamına gelmez. Nitekim RTÜK
dışında hiç bir üst kurulun bütçesi
Meclis Bütçesi ile Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunda
görüşülmemektedir.
Başka
bir anlatımla, Anayasa’da
RTÜK’ün
de aralarında bulunduğu özerk
kuruluşların “Meclis adına
denetlenmesini öngören” açık bir
kural getirilmemiştir. Madde
metninde Sayıştay’ın görevleri
kapsamında yer alan “... kanunla
verilen inceleme, denetleme ve hükme
bağlama görevini yapar.” şeklindeki
kural, Anayasa’nın 165. maddesinde
belirtilen kuruluş ve ortaklıklar
ile genel ve katma bütçeli daireler
dışında kalan kuruluşları
kapsadığından, bunların denetiminin
Meclis adına Sayıştay’a verilmesi,
yasakoyucunun
iradesine bağlıdır. Bu tür
kuruluşların mutlaka Sayıştay
denetimine tabi olmaları konusunda
Anayasal bir zorunluluk
bulunmamaktadır.
Devlete
ait gelir ve giderlerin bütünüyle
TBMM denetimine tabi olmasının,
demokratik parlamenter rejimlerin
gereği olduğu kuşkusuzdur. Nitekim,
Anayasa Mahkemesi’nin ilgili
kararlarında da bu konu güçlü bir
şekilde vurgulanmıştır. Kamu
tüzelkişilerinin TBMM denetimi
dışında bırakılmaları söz konusu
olmasa da denetimin nasıl yapılacağı
veya yaptırılacağı Yasama Organının
takdir alanı içerisinde olan bir
konudur.
İptali
istenen kural ile
yasakoyucu,
RTÜK’ün
denetlenmesinde Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulunu tercih ederek
takdir hakkını bu yönde
kullanmıştır. TBMM’ne 12.7.2004
tarihinde
sevkedilen “Düzenleyici ve
Denetleyici Kurullar Hakkında Kanun
Tasarısı”nın 24. maddesi birinci
fıkrasında ise
yasakoyucu takdirinin
Sayıştay lehinde olduğu
görülmektedir.
Yasakoyucunun,
Sayıştay’ın görev alanı içerisindeki
kurumların işlemlerinin yüzde
13’ünün denetimini yapabiliyor
olması gerçeği karşısında daha etkin
bir denetim için Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulunu tercih etmesi
takdir yetkisinin sınırları
içerisinde kullandığını
göstermektedir.
Öte
yandan Anayasa’nın 160. ve 165.
maddelerinde öngörülen denetim
dışında farklı denetim modellerinin
halen bir çok özerk kuruluşta
uygulandığı da görülmektedir.
a- 1958
yılında 7163 sayılı Yasayla kurulan
Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi
Enstitüsü Kanunu’nun 23. maddesinde,
Enstitünün Muhasebe-i Umumiye
Kanununa, İhale Kanununa,
Sayıştay’ın vize ve murakabesine
tabi olmadığı belirtilmekte ve
denetimi düzenleyen 24. maddesinde;
bütçe kesin hesabı ile muhasibin
hazırlanacağı zamanı idare
hesabının, ikisi Maliye biri Ankara
Üniversitesi ve Divanı Muhasebatça
(Sayıştay) seçilip görevlendirilecek
dört üyeli bir heyetçe incelenip
tasdik edileceği, ilgililerin ibra
veya muhasibin hakkında zimmet ve
tazmin hükümlerine karar verileceği
hüküm altına alınmıştır.
b-1960
yılında yürürlüğe giren Türk
Standartları Enstitüsü (TSE) ile
ilgili Kanunun 3. maddesinde,
organlar içinde denetleme kuruluna
da yer verildiği açıklandıktan sonra
16.8.1985 gün ve 3020 sayılı Kanunla
değişik 8. maddesinde TSE’nin
hesapları ve bunlarla ilgili
işlemlerinin, genel kurul üyesi olan
veya olmayan Başbakanlığın, Maliye
Bakanlığı’nın, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı’nın elemanları arasından
Başbakanlıkça görevlendirilecek
birer kişiden oluşan üç kişilik bir
kurul tarafından denetleneceği ve
raporun genel kurula sunulacağı
belirtilmiş, 4. maddesinde ise genel
kurulun denetleme kurulu raporunu
inceleyip, yönetim kurulunu ibra ile
görevli olduğu kaydedilmiştir.
c- 1963
Yılında yürürlüğe konulan Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu
(TÜBİTAK) Kanunu’nun 11. maddesinde;
hesapların, Başbakanlıkça iki yıl
için atanacak üç murakıptan meydana
gelen bir kurul tarafından
denetleneceği, her yıl düzenlenen
raporların Başbakan’a ve Bilim
Kurulu’na verileceği, murakıplar
raporu ile Bilim Kurulu raporunun
ve bilançonun, Başbakanlık
tarafından dördü Yüksek Denetleme
Kurulu, ikisi Sayıştay ve biri
Maliye Bakanı’nca seçilecek 7
kişilik Kurul’a tevdi edileceği, bu
Kurul’ca hesapların ve bilançonun
onaylanmasının Bilim Kurulu ve
Başbakanın ibrası anlamına geleceği
hükümleri yer almaktadır.
d-
1970 yılında yürürlüğe giren Merkez
Bankası A.Ş. Kanunu’nun 13.
maddesinde, Denetleme Kurulu’na
Bankanın organları arasında yer
verilmiş, 23. maddesinde Denetleme
Kurulu Üyelerinin hangi hisse
sahiplerinden oluşacağı
düzenlenerek, 24. maddesinde
Denetleme Kurulu’nun bütün işlem ve
hesapları denetleyeceği, yıl sonu
raporunu Genel Kurul’a sunacağı,
nihai kararın ise Genel Kurul’ca
verileceği kurala bağlanmıştır.
e-
Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş
ve Görevleri Hakkında Kanun’un 3.
maddesinde denetleme kuruluna, diğer
organlar arasında yer verilmiştir.
Kanun’un 11. ve 12. maddelerinde ise
Denetleme Kurulu’nun dört yıl için
genel kurulca seçilecek mali konuda
ihtisas sahibi beş asil ve beş
yedek üyeden oluşacağı, Denetleme
Kurulu’nun mali işlemleri Kurul
adına denetleyerek raporunu genel
kurula sunacağı ve nihai kararın
burada alınacağı belirtilmiştir.
f- 4389
sayılı Bankalar Kanunu’nun
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu’nun denetimini düzenleyen 3.
maddesinin ikinci fıkrasında,
Kurumun yıllık hesaplarının Sayıştay
Denetçisi, Başbakanlık Müfettişi ve
Maliye Müfettişinden oluşan bir
komisyon tarafından denetleneceği
kuralının getirildiği görülmektedir.
g-
Sermaye Piyasası Kurulu Hakkında
2499 sayılı Kanun’da değişiklik
yapan 15.12.1999 gün ve 4487 sayılı
Kanun’un 17. maddesinde ilgili
bakanın yıllık hesap ve işlemleri
denetleteceği ve hazırlanan raporu
Bakanlar Kurulu’na sunacağı,
kuralına yer verilmiştir. Bu
maddenin uygulaması da bir komisyon
tarafından yapılmaktadır.
Bir
denetim organının bağımlı olduğunu
iddia edebilmek için; denetime
başlamak üzere bir makam
ya da
üst kuruluştan (Bakan, Başbakan vb.)
önce “onay alınması” daha sonra
hazırlanan raporun işleme
konulabilmesi içinde aynı merciden
“olur alınması” gerekir. Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurumu, Başbakan
dahil hiç bir kurumdan talimat
almadan rapor düzenlemekte; bu
raporlar hiç bir kurumun onayına
sunulmadan işleme konulmaktadır.
Düzenlenen raporlar, Başbakanlık
tarafından TBMM ile denetlenen
kuruluşlara gönderilmektedir.
Yüksek
Denetleme Kurulu, Anayasa’nın 133.
maddesi uyarınca, Devlet tarafından
kurulacak Televizyon Kurumunu;
özerkliği ve tarafsızlığı esasının
benimsendiği TRT’yi 2954 sayılı
Kanun’un 57. maddesi gereğince
denetlemekle görevlendirilmiştir. Bu
konuda hazırladığı rapor, 3346
sayılı Kanun’a göre TBMM’nin söz
konusu kuruluşu denetlemesinde esas
kabul edilmekte ve ibra edilip
edilmemesinde dikkate alınmaktadır.
Yüksek
Denetleme Kurulu raporlarının
TBMM’ce Anayasa’nın 165. maddesi
uyarınca yapılacak denetime esas
alınması, bu raporların
bağımsızlığın gerekli kıldığı tüm
kurallara uygun olarak ve tarafsız
bir anlayışla hazırlandıklarının
kanıtıdır. TBMM’nin iktidar ve
muhalefet milletvekillerinden oluşan
bir komisyonda görüştüğü raporların,
taraflı olması mümkün değildir.
Bağımsızlık, tarafsızlığın sonucu
olup; kesinlikle bağımsızlık
tarafsızlıkla sağlanır.
Radyo
Televizyon Kurumu, Sosyal Güvenlik
Kuruluşları (SSK, Bağ-Kur, Emekli
Sandığı), GAP İdarisi, Toplu Konut
İdaresi, Atom Enerjisi Kurumu, Türk
Patent Enstitüsü, Küçük ve Orta
Ölçekli Sanayii
Geliştirme ve Destekleme İdaresi
(KOSGEB), Milli Piyango İdaresi,
Türkiye İş Kurumu, Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA)
ve daha benzeri genel ve katma
bütçeli olmayıp ve Sayıştay
denetimine tabi olmayan bir çok
kuruluş, Anayasa’nın 165. maddesi
kapsamında Yüksek Denetleme
Kurulu’nun ve bu yolla TBMM’nin
denetimine tabidir. Sayılan bu
kuruluşlar gibi genel ve katma
bütçeli olmayan, örneğin TRT benzeri
özel bütçeli
RTÜK’ün de Yüksek Denetleme
Kurulu’nun denetimine tabi olması
Anayasa’nın 160. ve 165. maddelerine
aykırı değildir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu
kuralın son fıkrasına ilişkin
istemin reddi gerektiği düşüncesiyle
çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Üye
Ertuğrul ERSOY
KARŞIOY
GEREKÇESİ
İptal istemine
konu 3984 sayılı Kanun’un 28.
maddesinin sekizinci fıkrasının
altıncı tümcesinde
“...tensip
kararı ile birlikte bilirkişiyi de
tayin eder ve...”
hükmü yer almaktadır.
Çoğunluk gerekçesinde, gerçek ve
tüzelkişilerin kişilik haklarına
saldırı teşkil eden yayın ile
gerçeğe aykırı olan yayınlardaki
eleştirilerin hangi noktadan
itibaren kişiliğe karşı işlenmiş
haksız bir tecavüz niteliğini
alacağını belirlemedeki güçlüğü ve
Anayasa’da öngörülen temel hak ve
özgürlüklere ilişkin ilkeler
arasındaki dengenin korunmasını
gözeten
yasakoyucunun, hâkimin hüküm
kurmasında bilirkişi görüşünün
yararlı olacağını düşünerek tensip
kararı ile birlikte bilirkişi tayin
etme zorunluluğu getirmesinde
Anayasa’nın 2. ve 141. maddelerine
aykırı bir yön olmadığı
belirtilmektedir.
Anayasa’nın
Başlangıç bölümünün altıncı
fıkrasında, her Türk vatandaşının bu
Anayasadaki temel hak ve
hürriyetlerden eşitlik ve sosyal
adalet gereklerince yararlanarak
milli kültür, medeniyet ve hukuk
düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve
manevi
varlığını
bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahip olduğu belirtilmekte;
2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti’nin “...başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal
bir hukuk
Devleti”
olduğu ifade edilmekte; 5.
maddesinde, Devletin temel amaç ve
görevleri sayılırken, “...insanın
maddi ve
manevi
varlığının
gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya
çalışmak...” bu cümleden olarak
sıralanmakta; 17. maddesinde,
herkesin “...maddi ve
manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına
sahip...” olduğu vurgulanmaktadır.
3984 sayılı
Kanun’un 28. maddesi “Düzeltme ve
Cevap Hakkı” başlığını taşımakla
birlikte, maddenin sekizinci
fıkrasında, gerçek ve
tüzelkişilerin,
kişilik
haklarına saldırı teşkil eden”
yayınlar ile gerçeğe aykırı olduğu
iddia edilen yayınlara karşı,
ayrıca genel hükümlere göre ilgili
yayın kuruluşları aleyhine tazminat
davası açma haklarına sahip
oldukları belirtildikten sonra,
iptal istemine konu cümle ile
bilirkişi konusunda düzenleme
getirilmektedir. “Kişilik haklarına
saldırı”, Anayasa’nın yukarıda temas
edilen hükümleri ile koruma altına
alınan
“kişinin
manevi varlığı”
alanına dahil bir haksız fiil teşkil
etmektedir. Sekizinci fıkra ile
yayın kuruluşlarının
sözkonusu
haksız fiillerine karşı açılacak
manevi tazminat davalarının usul ve
esasları belirlenmekte ve iptale
konu kimi hükümleri yönünden de
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile
Borçlar Kanunu’nun sistematiğinden
kısmen
ayrılındığı görülmektedir.
Gerçekten, Borçlar Kanunu’nun
“Şahsiyet Haklarının Haleldar
Olması” başlıklı 49 uncu maddesinde
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir
şekilde tecavüze uğrayan kişi,
uğradığı manevi zarara karşılık
manevi tazminat namıyla bir miktar
para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını
tayin ederken, tarafların sıfatını,
işgal ettikleri makamı ve diğer
sosyal ve ekonomik durumlarını da
dikkate alır...”
denirken;
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun
275. maddesinde “Mahkeme, çözümü
özel veya teknik bir bilgiyi
gerektiren hallerde bilirkişinin oy
ve görüşünün alınmasına karar verir.
Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği
genel ve hukuki bilgi ile
çözümlenmesi mümkün olan konularda
bilirkişi dinlenemez.”
hükmü yer
almaktadır. Oysa, iptal istemine
konu kuralda, yayın yoluyla kişilik
haklarının ihlâli durumunda açılacak
manevi tazminat davası için zorunlu
bilirkişilik öngörülmektedir.
Borçlar
Kanunu ve Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun yukarıda metinlerine yer
verilen maddelerindeki düzenlemeler,
Anayasa’nın yine yukarıda işaret
edilen kişinin manevi varlığını
koruma ve geliştirmesine yönelik
Devletin yükümlülüğünün doğal bir
sonucu ve yansıması olmasına karşın;
iptale konu kural bakımından aynı
şeyi söyleyebilme imkânı yoktur.
Çünkü, ilk sayılan düzenlemeler
karşısında hâkimin karara yönelik
düzenleme alanında tam bir özgürlüğü
bulunmakta, hatta bu durumda ortada
teknik değil, tamamıyla hukuki bir
sorunun bulunduğu
yasakoyucu
tarafından kabul edilmektedir. Oysa,
iptale konu kuralda, kişilik
haklarının ihlâli sırf 3984 sayılı
Kanun kapsamındaki yayın yoluyla
yapıldığı için, hâkimin zorunlu
bilirkişiye başvurması esası
benimsenmektedir. Bu düzenlemeyi
hukuken haklı kılacak hiç bir neden
olmadığı gibi, bu şekilde kişinin
manevi varlığının korunmasında bir
gecikmeye yol açıldığı, hâkimin
serbestçe konuyu değerlendirmesinin
önüne bu şekilde bir engel
çıkartılmış olduğu görülmektedir.
Anılan kuralla, sorumluluk
hukukunun “kişilik hakları” alanına
müdahalede bulunulduğu
anlaşılmaktadır. Ortada kamu düzeni
bakımından böyle bir düzenlemeyi
haklı kılan bir neden de mevcut
olmadığından; davaların çabuk
sonuçlanması ve bireyin yayın
yoluyla bozulan/ihlâl edilen kişilik
haklarının korunmasına yönelik
olduğu gerekçesiyle dahi, bu tür bir
müdahaleye hukukilik ve Anayasa’ya
uygunluk atfedilebilmesi mümkün
değildir.
Öte
yandan, konunun Anayasa’nın 141.
maddesi ile doğrudan bir ilgisi de
bulunmamaktadır. Yapılan yayının
eleştiri mahiyetinde mi olduğu,
yoksa kişilik haklarına saldırı mı
teşkil ettiği yolundaki belirlemede
hâkimin devre dışına çıkartılarak,
bilirkişiye başvurma zorunluluğunun
getirilmesiyle, davalar en az
giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlanmış olamayacağı gibi, bu
yolla temel hak ve özgürlüklere
ilişkin ilkeler arasındaki denge de
korunmuş olmaz. Bilakis, kişinin
manevi varlığının korunması ve
geliştirilmesi şeklindeki temel hak
ve özgürlük (aynı zamanda bu
konudaki Devlet yükümlülüğü) bu
yolla rasyonel olmayan bir biçimde
korumaya alınmış olur. Oysa, hukuk
devleti ilkesi de böylesi bir
düzenleme yapılmasına engel teşkil
etmektedir.
Açıklanan nedenlerle, iptale konu
kural Anayasa’nın yukarıda işaret
edilen hükümlerine ve özellikle
“Hukuk Devleti” ilkesine aykırı
düştüğünden, iptali gerekir. Bu
bakımdan, sayın çoğunluğun aksi
yöndeki kararına katılamadık.
Üye
Tülay TUĞCU |
Üye
Cafer ŞAT |
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR |
KARŞIOY
1- 4756
sayılı Yasa’nın 12. maddesiyle 3984
sayılı Kanunun 28. maddesinin
iptali istenen altıncı fıkrası
değiştirilmiş, bu değişiklik içinde
"Yayını yapmayan veya karara
uygun şekilde yapmayan veya
geciktiren kuruluşun yayınlarından
sorumlu en üst yöneticisi ile
kuruluşun sahibi olan anonim
şirketin yönetim kurulu başkanına
otuz milyar liradan doksan milyar
liraya kadar ağır para cezası
verilir…” hükmü de yer almıştır.
Sözü edilen hükümde yayını
yapmamak, karara uygun şekilde
yapmamak veya geciktirmek
fiillerinden birinin işlenmesi
halinde kuruluşun yayınlarından
sorumlu en üst yöneticisi ile
kuruluşun sahibi olan anonim
şirketin yönetim kurulu başkanının
birlikte cezalandırılacağı
belirtilmiştir. Böylece, bir kişi
tarafından gerçekleştirilen fiile
iştiraki olmayan kişi de dahil
edilerek fiilin karşılığı olan tek
cezadan iki ayrı kişi sorumlu
tutulmaktadır. Anayasa’nın 38.
maddesinin altıncı fıkrasında
“Ceza sorumluluğu şahsidir.”
denilmekte, ceza hukukunda
da, cezaların şahsiliği korunarak
bir suçun ancak asli maddi fail,
feri maddi fail, asli manevi fail ve
feri manevi fail olarak
işlenebileceği kabul edilmektedir.
Buna göre, suça iştirak hükümlerine
yer verilmeden, fiilin icrasına
hiçbir şekilde iştiraki olmayan bir
başkasının da icra edilen fiilden
sorumlu tutularak, fiili icra eden
ile birlikte ceza almasını sağlayan
düzenleme, cezaların şahsiliği
prensibine, dolayısı ile de
Anayasa’nın 38. maddesindeki hükme
aykırılık oluşturur. Bu nedenle
altıncı fıkrada yer alan ”…
kuruluşun yayınlarından sorumlu en
üst yöneticisi ile kuruluşun sahibi
olan anonim şirketin yönetim kurulu
başkanına…” tarzındaki ibarenin
iptali gerekir.
2- 4756
sayılı Yasa’nın 12. maddesiyle 3984
sayılı Kanunun 28. maddesinin
iptali istenen sekizinci fıkrası
değiştirilmiş, bu değişiklik
içinde, “Tazminat talebinin haklı
görülmesi halinde ‘tazminat miktarı,
on milyar liradan az olmamak üzere’
fiilin ağırlık derecesine göre
belirlenir.” hükmüne de yer
verilmiştir.
Hüküm
altına alınacak tazminatın alt
sınırının yasa ile belirlenmesinin
yargıcın takdir hakkını
sınırlandırdığı, hatta tamamen
ortadan kaldırdığı, bu durumun ise,
sorumluluk konusunu düzenleyen
hukukun temel kurallarıyla
bağdaşmadığı ileri sürülmektedir.
Devlet,
özgürlük tanıdığı bütün kurum ve
kuruluşlara karşı kişinin haklarını
korumak görev ve yükümlülüğündedir.
Bu görev ve yükümlülük Devlete
Anayasa ile verilmiştir. Bu
bağlamda, son derece yaygın ve o
denli de etkili olan yayın
organlarının, kişilik haklarına
yönelik saldırılarının olumsuz
etkilerini önlemek için anayasal
ilkelere uygun olma koşuluyla kamu
hukuku ve özel hukuk alanlarında
caydırıcı nitelikte düzenlemeler
yapmak Yasama Organı’nın
yetkisindedir.
Hakimin
takdir yetkisi Anayasa, yasa, tüzük,
yönetmelik gibi yazılı pozitif hukuk
kuralları ile bağlıdır. Ancak bu
bağlılık takdir hakkını
kullanamayacağı anlamına gelmez.
Hakim delil değerlendirmede,
yasaların yorumunda ve soyut
kuralların somut olaya
uygulanmasında takdir hakkını
kullanır. Yasama Organı’nın bazı
alanları düzenlemek için anayasal
ilkelere uygun olarak bir kısım hak
ve kısıtlamalar getiren düzenlemeler
yapması, bu düzenlemelerin de hakim
tarafından yorumlanarak tatbik
edilmesi, hakimin takdir hakkının
sınırlandırıldığı veya ortadan
kaldırıldığı biçiminde yorumlanamaz.
Kural,
kişilik haklarına saldırıda
bulunulduğunun tespit edilmesi
halinde, takdir edilecek tazminat
miktarının on milyar liradan az
olmamak üzere fiilin ağırlık
derecesine göre belirleneceğini
öngörmektedir. Alt sınırın önceden
belirlenmesi manevi tazminat
miktarının her olayın özelliğine
göre alt sınırdan daha çoğuna veya
talep edilen miktara kadar hüküm
verilmesine, dolayısıyla da hakimin
bu sınırlar içinde takdir yetkisini
kullanmasına mani değildir. Talepten
fazlaya hükmedilemeyeceğine ilişkin
genel hukuk kuralı uygulamada
dikkate alınacaktır. Bu kural,
hakimin tazminat miktarını takdir
etme yetkisine aynen alt sınırda
olduğu gibi bir üst sınır
getirmektedir. Hakim, yasalarla
getirilen bu sınırlamaları dikkate
almak suretiyle fiilin ağırlık
derecesine göre tazminatın miktarını
takdir edecektir. Öte yandan on
milyarlık tazminat alt sınırı,
yaptıkları yayınlarla geniş halk
kitlelerine ulaşan ve onlar üzerinde
sonradan düzeltilmesi zor, kalıcı
etkiler bırakan yayın organlarına
karşı kişilik haklarının korunması
yönünden yapılacak mücadeleyi
etkili kılmak ve böylece sorumlu
yayıncılık anlayışını sağlayabilmek
için getirilmiştir. On milyar
liralık tazminat alt sınırının
ulusal, bölgesel ve yerel yayın
kuruluşlarına aynı düzeyde
uygulanacak olması da bir anayasal
sorun oluşturmaz. Çünkü yasa
koyucu, genel kural olarak tazminat
miktarının “fiilin ağırlık
derecesine göre belirlenmesi”ni
öngörmüş, ancak kişilik haklarına
zarar verici fiilin bizatihi radyo
ve televizyon yayınlarıyla yapılmış
olmasında belli bir ağırlık
bulunduğunu varsayarak, buna uygun
bir asgari tazminat tutarını da
belirleme yoluna gitmiştir. Radyo ve
televizyonun etkisi göz önünde
tutulduğunda, bu tutarın yasa
koyucunun takdir marjını aşacak
derecede ölçüsüz olduğu
söylenemeyeceği gibi, bölgesel
ya da
ulusal düzeyde yapılacak yayınlarla
fiilin etki ve ağırlığının artması
halinde yargıcın fiilin ağırlık
derecesine göre tazminatı
belirlemesine de bir engel yoktur.
Kuralın, kişilik haklarının koruması
ile radyo ve televizyon yayını gibi
sosyal etki alanı çok yüksek olan
bir özgürlük arasında yaptığı
dengeleme, “çatışan anayasal
hakların, her birinde
optimal
bir etki kalacak şekilde birbirini
sınırlamasını öngören pratik uyuşum
ilkesi” ile de uyumludur.
Açıklanan nedenlerle kuralın
Anayasaya aykırı bir yönü
bulunmamaktadır. İptal isteminin
reddi gerekir.
3- 4756
sayılı Yasa’nın 13. maddesiyle 3984
sayılı Kanunun 29. maddesinin
iptalleri istenilen (d) ve (e)
bentleri, “d) Üst Kurul
tarafından düzenlenecek yönetmeliğe
uygun olarak her yıl yapılacak
yıllık ortalama izlenme oranı
ölçümlerine göre yıllık ortalama
izlenme veya dinlenme oranı %20’yi
geçen bir televizyon veya radyo
kuruluşunda bir gerçek veya tüzel
kişinin veya bir sermaye grubunun
sermaye payı %50’yi
geçemez.
Gerçek kişinin hisselerinin
hesaplanmasında üçüncü derece dahil
olmak üzere üçüncü dereceye kadar
kan ve sıhri
hısımlara ait hisseler de aynı
kişiye aitmiş gibi hesaplanır.
e) Bir
gerçek veya tüzel kişi veya bir
sermaye grubu %50’den fazla
hissesine sahip olduğu bir
televizyon veya radyonun yıllık
ortalama izlenme veya dinlenme payı
%20’yi geçerse Üst Kurul tarafından
yapılan bildirimden itibaren doksan
gün içinde, ortağı bulunduğu
televizyon veya radyodaki
hisselerinin bir bölümünü halka arz
ederek veya bir kısım hisselerini
satarak, sermaye payını %50’nin
altına indirir. Yıllık izlenme veya
dinlenme oranının aşımı birden fazla
televizyon ve radyodaki hisselerin
toplamı nedeniyle meydana gelmişse,
bu oranı %50’nin altına indirecek
biçimde yeterli sayıda şirketi
satar. Bu yükümlülüğün ihlali
durumunda kuruluşun yayın izni iptal
edilir.”
biçiminde değiştirilmiştir.
Yukarda
belirtilen düzenlemelerle izlenme ve
dinlenme oranın %20 olarak yüksek
tutulması ve bu orana
ulaşılamayacağı gerçeği karşında
görsel ve işitsel medya alanında
tekelleşme ve kartelleşmenin
önlenemeyeceği, böyle bir medya
gücünün kullanılması durumunda da
ihalelerde haksız rekabete , borsada
ise çeşitli işlem oyunlarına neden
olunacağı ileri sürülmektedir.
Söz
konusu düzenlemeler, Anayasa’nın
167. maddesinde yer alan
“Devlet,... piyasalarda fiilî veya
anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önler.” hükmüne
koşut olarak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önlemek amacıyla
televizyon ve radyo sahipliğine
sınırlama getirmiştir. Böylece
izlenme oranı %20’yi geçen bir
televizyon ve radyonun çoğunluk
hissesinin, bir gerçek veya tüzel
kişiye veya bir sermaye grubuna ait
olmasının önüne
geçilmiştir. İleri sürülen
düşüncelerin aksine, bu düzenlemeler
Anayasa’nın 167.maddesi hükmüne
uygundur. Diğer taraftan, İzlenme ve
dinlenme oranının %20 olması ve
bunun ulaşılması güç bir oran olup
olmadığı sorunu sınırlama yöntem ve
tekniğine ilişkin bir konu olup,
bunun saptanması ve yıllık ortalama
izlenme oranı ölçümlerine göre
yıllık ortalama izlenme veya
dinlenme oranına ilişkin kriterin
değişik yöntemler içinde en uygun
tercih olup olmadığının belirlenmesi
hususları yasama organının
yetkisindedir. Tersine olan görüş
Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’ya
uygunluk denetimi yerine,
yerindelik
denetimi yapmasına yol açar. Bu
nedenle ((d) ve (e) bentlerinin
Anayasa’ya aykırı bir yönü
bulunmamaktadır. İptal isteminin
reddi gerekir.
Yukarıda, açıkladığım gerekçelerle
aksi yönde oluşan çoğunluk
kararlarına katılmadım.
Üye
Mehmet ERTEN
KARŞIOY YAZISI
1) 4756
sayılı Yasa’nın 5. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayımları
Hakkında Kanun”un 9. maddesinin son
fıkrası yönünden, anılan kuralın
Anayasaya aykırı olmadığına ilişkin
Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün
karşıoy
yazısında yer alan düşüncelere
aynen katılıyorum.
2) 4756
sayılı Yasa’nın 12. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayımları
Hakkında Kanun”un 28. maddesinin
sekizinci fıkrasının dördüncü
cümlesi yönünden, anılan kuralın
Anayasa’ya aykırı olmadığına ilişkin
Mehmet ERTEN’in
karşıoy
yazısında yer alan düşüncelere aynen
katılıyorum.
3) 4756 sayılı
Yasa’nın 7. maddesiyle değiştirilen
3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayımları Hakkında
Kanun”un 12. maddesinin (d) bendi
“Radyo ve televizyon kuruluşlarına
33 üncü madde uyarınca verilecek
idari para cezaları”nı
Kurum’un gelirleri arasında
zikretmiştir. Bu duruma göre, Kurum
kendi gelirlerini kendi vereceği
cezalarla artırma imkanına sahip
olmaktadır. Böyle bir imkanın
cezanın verilmesini özendirmeyeceği
ve ceza miktarı üzerinde etkili
olamıyacağı
söylenemez. Kaldı ki bir an için
Kurum’un ceza verme yetkisini adil
bir biçimde kullanacağı varsayılsa
bile, Kurumca verilecek cezanın aynı
zamanda Kurum geliri olmasının
cezaya muhatap olanda uyandıracağı
güvensizlik duygusu, hukuk devleti
ilkesi ilkesiyle ve ceza verecek
makamın tarafsızlığı ilkesiyle
bağdaştırılamaz. Kurumca verilecek
cezaların yargısal denetime tabi
olması da bu durumu değiştirmez,
aksine davada haklı çıkan davacının
Kuruma karşı güvensizliğini daha da
artırır. Nitekim daha önce de
Rekabet Kurulu ile ilgili olarak
cezaların yüzde
yirmibeşini Kurum geliri
olarak belirleyen benzer bir kural
(4054 sayılı Rekabetin Korunması
Hakkında Kanun m. 39 b), Danıştay
10. Dairenin başvurusu üzerine
Anayasa Mahkemesi önüne gelmiş,
ancak Mahkeme, anılan kuralı
“uygulanacak kural” niteliğinde
görmediği için
için esasına girmeksizin
davayı reddetmişti (AYM 17.04.2002,
E. 2002/69, Kb
2002/ 45). Daha sonra yasa
koyucunun, cezaların yalnızca yüzde
yirmibeşini
Kurum geliri sayan bu kuralı dahi
yürürlükten kaldırmış olması (4971
sayılı Yasa m.25 B), bu konuda
duyulan rahatsızlığın bir
göstergesidir. İptal konusu kuralın
cezanın tamamına Kurum geliri olarak
yer verdiği
gözönünde tutulursa, gerek
hukuk devleti ilkesine ve gerekse
cezayı verecek makamın tarafsızlığı
ilkesine olan aykırılık, çok daha
belirgin bir nitelik kazanmaktadır.
3984
sayılı Yasa’nın değişik 12.
maddesinin (d) bendi, açıklanan
nedenlerle Anayasa’ya aykırı
olduğundan, iptal isteminin reddine
ilişkin çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
Üye
Fazıl SAĞLAM
KARŞIOY YAZISI
1. 4756
sayılı Kanunun 12. maddesi ile
değiştirilen 3984 sayılı Kanunun 28.
maddesinin altıncı fıkrasında
düzeltme ve cevap hakkına ilişkin
yayını yapmayan veya karara uygun
şekilde yapmayan veya geciktiren
kuruluşun yayınlarından sorumlu en
üst yöneticisi ile kuruluşun sahibi
olan anonim şirketin yönetim kurulu
başkanına otuz milyar liradan doksan
milyar liraya kadar ağır para cezası
verileceği, ayrıca, kuruluşa Üst
Kurulca eylemin ağırlığına göre üç
aya kadar gelir getirici yayın yapma
yasağı verilebileceği, eylemin
tekrarı halinde yayın izninin iptal
edileceği ve en yüksek para cezasına
hükmolunacağı
öngörülmüştür.
Anayasa’da düşünceyi açıklama ve
yayma hürriyeti ile basın
hürriyetinin, “başkalarının şöhret
ve haklarının, özel ve aile
hayatlarının korunması” amacıyla
sınırlanabileceği kabul edilmiş,
süreli haberleşme organlarının
faaliyetlerinde kişilerin haysiyet
ve şereflerinin korunması ve gerçeğe
aykırı yayınların düzeltilmesi
amacıyla düzeltme ve cevap hakkı
tanınmıştır. Dava konusu düzenleme
ile, Anayasa’nın 32. maddesinde
düzenlenen “Düzeltme ve Cevap Hakkı”
korunmakta ve bu konudaki yargı
kararını zamanında yerine getirmeyen
sorumlularla, ilgili kuruluşa
verilen cezalar ile bu hakka
işlerlik kazandırılmaktadır.
Yasakoyucu,
ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde
yetkisini kullanırken Anayasa’ya ve
ceza hukukunun temel ilkelerine
bağlı kalmak kaydıyla hangi
eylemlerin suç sayılacağı, bunlara
uygulanacak yaptırımın türü ve
ölçüsü, cezayı ağırlaştırıcı veya
hafifletici tutum ve davranışların
neler olacağı konusunda takdir
yetkisini haizdir. Ancak, suç
olarak tanımlanan eylemle yaptırım
arasında demokratik bir toplumda
uygun görülebilecek adil bir
dengenin bulunması da Hukuk Devleti
olmanın gereğidir. Bu açıdan anılan
fıkra incelendiğinde;
a)
Yayını yapmayan veya karara uygun
şekilde yapmayanlarla geciktiren
sorumlulara aynı miktarda ceza
öngörülerek, eylemle ceza arasındaki
dengenin gözetilmemesi,
b) Çok
yüksek miktarda para cezası (2004
yılı itibariyle 61.294.498.000 -
183.883.500.000 TL.dir)
öngörülmesi,
c)
Sorumlulara verilen para cezaları
yanında ayrıca kuruluşa da üç aya
kadar gelir getirici yayın yapma
yasağının uygulanması suretiyle
birçok radyo ve televizyon
kuruluşunun yayınına son verme
durumuyla karşı karşıya
bırakılması,
d)
Tekrarı halinde yayın izninin iptal
edilmesi,
şeklindeki yaptırımlar, amaç-araç
orantısını gözetmeyen boyutta olup,
“demokratik toplum düzeninin
gerekleri” ve “ölçülülük” ilkesiyle
bağdaşmamaktadır, dolayısıyla
Anayasa’nın 13. maddesine aykırıdır.
Ayrıca,
anılan fıkrada, yayını yapmayan veya
karara uygun şekilde yapmayan veya
geciktiren kuruluşun yayınlarından
sorumlu en üst yöneticisi ile
birlikte kuruluşun sahibi olan
anonim şirketin yönetim kurulu
başkanı da cezalandırılmaktadır. Bu
kişinin, bir düzeltme ve cevap
hakkının yayınlanmadığından veya
maddede belirtilen şekilde
yayınlanmış olduğundan haberi
olmayabilir. Adı geçenin, somut
olayda suça iştiraki bulunmadığı
sürece sadece anonim şirketin
yönetim kurulu başkanı sıfatıyla
cezalandırılması cezaların şahsiliği
ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Bu
nedenle, fıkradaki “…ile kuruluşun
sahibi olan şirketin yönetim kurulu
başkanına” ibaresi Anayasa’nın 38.
maddesine de aykırıdır.
Fıkranın belirtilen cümlelerinin
iptali halinde diğer bölümünün de
uygulanma olanağı kalmayacağından,
tümünün iptali gerekmektedir.
2. 4756
sayılı Kanunun 16. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Kanunun 33.
maddesinin ikinci fıkrasında,
birinci fıkrada belirtilen
aykırılıkların tekrarı halinde
uygulanacak idari para cezaları
düzenlenmiştir. Buna göre, ulusal
düzeyde yayın yapan kuruluşlara
125-250 milyar(2004 yılı itibariyle
255.393.748.000-510.787.498.000)
lira arasında, bölgesel, yerel
ya da
kablo ortamından yayın yapan
kuruluşlara, kapsadığı yayın
alanındaki il ve ilçe nüfusuna göre
60-100 (2004 yılı itibariyle
122.588.998.000-204.315.000.000),
30-60 (2004 yılı itibariyle
61.294.498.000-122.588.998.000),
20-40
(40.862.998.000-81.725.998.000) ve
5-10 (10.215.748.000-20.431.498.000)
milyar lira arasında idari para
cezası uygulanabilecektir. Radyo
yayınları için bu tutarların yarısı
uygulanacaktır.
Maddenin beşinci fıkrasında, 3984
sayılı Kanunun 4. maddesinin (a),
(b) ve (c) bentlerindeki ilkelere
aykırı yayın yapılması halinde uyarı
yapılmayacağı ve yayın kuruluşunun
yayınının bir ay durdurulacağı,
ihlalin tekrarı halinde yayının
süresiz olarak durdurulacağı ve
yayın lisans izninin iptal edileceği
hükme bağlanmıştır. Bu duruma göre,
yukarıda belirtilen para cezaları bu
bentler haricindeki ihlaller
hakkında uygulanacak demektir. Para
cezasını gerektiren bu ihlallerin
niteliği ile para cezalarının
miktarı ve her bir aykırılık için
ayrı bir idari para cezasının
verileceği nazara alındığında para
cezalarının çok yüksek olduğu
görülmektedir. Zira, bu cezalar
basın ve yayın dışında bir gelire
sahip olmayan ulusal ve özellikle
yerel ve bölgesel televizyon ve
radyo kuruluşlarının yayın
hayatlarını sürdürmelerini olanaksız
kılabilir. Cezaların caydırıcı
nitelikte olması, ancak, basın ve
yayın kuruluşlarının yaşama
şanslarını da ellerinden almaması
gerekmektedir. Bu nedenle, dava
konusu kuraldaki para cezaları,
Anayasa’nın haber alma özgürlüğünü
düzenleyen 26. ve basın özgürlüğünü
düzenleyen 28. maddeleri ile
bağdaşmamaktadır.
Anayasa’nın 13. maddesinde, temel
hak ve özgürlüklerle ilgili
sınırlamaların “demokratik toplum
düzeninin gereklerine” ve
“ölçülülük” ilkesine aykırı
olamayacağı belirtilmiştir.
Demokratik hukuk devletinde güdülen
amaç ne olursa olsun sınırlamalar
özgürlüğün kullanılmasını ölçüsüz
biçimde ortadan kaldıracak düzeyde
olamaz. Anılan fıkra ile öngörülen,
ulusal, bölgesel ve yerel çerçevede
hizmet veren birçok yayın
kuruluşunun kapanmasına neden olacak
tutarlardaki para cezalarını haklı
bir nedene dayandırmak, Anayasa’nın
13. maddesindeki “demokratik toplum
düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük”
ilkesiyle bağdaştırmak da
olanaksızdır.
Bu
nedenlerle, anılan fıkranın
Anayasa’nın 13., 26. ve 28.
maddelerine aykırılığı nedeniyle
iptali gerekmektedir.
3. 4756
sayılı Kanunun 16. maddesi ile
değiştirilen 3984 sayılı Kanunun 33.
maddesinin beşinci fıkrasında “4
üncü maddenin ikinci fıkrasının (a),
(b) ve (c) bentlerindeki ilkelere
aykırı yayın yapılması halinde uyarı
yapılmaz ve yayın kuruluşunun yayını
bir ay durdurulur. İhlalin tekrarı
halinde yayın süresiz olarak
durdurulur ve yayın lisans izni
iptal edilir.” denilmektedir. Bu
yaptırımı gerektiren eylemler
şöyledir;
a-
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
varlık ve bağımsızlığına, Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne, Atatürk ilke ve
inkılaplarına aykırı yayın
yapılmaması,
b-Toplumu şiddete, teröre, etnik
ayrımcılığa sevk eden veya halkı
sınıf, ırk, dil, mezhep ve bölge
farkı gözeterek kin ve düşmanlığa
tahrik eden veya toplumda nefret
duyguları oluşturan yayınlara imkan
verilmemesi,
c-
Yayıncılığın, gerek yayın organı,
gerekse hisse sahipleri ve üçüncü
derece dahil olmak üzere üçüncü
dereceye kadar kan ve
sıhri
hısımları veya bir başka gerçek veya
tüzel kişinin haksız çıkarları
doğrultusunda kullanılmaması.
Bunlardan (a) ve (b) bentlerinde
belirtilen eylemlerin niteliği ile
(c) bendinde düzenlenen eylemlerin
nitelikleri çok farklıdır. İlk iki
ilkenin Cumhuriyetin temel
nitelikleri, milli güvenlik ve kamu
düzeni bakımından yaşamsal önemine
karşılık, sonuncusunda yayıncılığın
haksız çıkar doğrultusunda
kullanılması söz konusudur. Böyle
bir durumda da kamu düzeni olumsuz
yönde etkilenebilir. Ancak, bunun
boyutu diğer bentlerle
kıyaslanamayacak ölçüde olduğundan
bu nitelikteki bir yayıncılığa karşı
alınacak önlemlerin ve uygulanacak
yaptırımların da amaçla orantılı
olması gerekmektedir. Bu nedenle,
(c) bendindeki eylemlere uyarı
yapılmadan ve fıkrada öngörülen
ağırlıkta ceza verilmesi demokratik
toplum düzeninin gerekleri ve
ölçülülük ilkesi ile
bağdaşmadığından Anayasa’nın 13.
maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Açıklanan nedenlerle çoğunluk
görüşüne katılmıyorum.
Üye
A. Necmi
ÖZLER
KARŞIOY
GEREKÇESİ
İptal istemine
konu 3984 sayılı Kanun’un 9.
maddesinin son fıkrası
“Üst Kurul,
Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunun denetimine tâbidir.”
hükmünü öngörmektedir.
Çoğunluk gerekçesinde, Anayasa’nın
160. ve 3984 sayılı Kanun’un 12.
maddesinin dördüncü fıkrası
hükümleri dikkate alındığında, Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu’nun
denetiminin Sayıştay’ca yapılması
gerekirken, Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu’na bu yetkinin
verilmesinin Anayasa’ya aykırı
düştüğü belirtilmektedir.
Bilindiği üzere, Anayasa’nın 160.
maddesi Sayıştay’a, genel ve katma
bütçeli dairelerin bütün gelir ve
giderleri ile mallarını TBMM adına
denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak
yetkisini vermiş; 165. maddesi ise
sermayesinin yarısından fazlası
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
Devlete ait olan kamu kuruluş ve
ortaklıklarının TBMM’ce denetlenmesi
esaslarının kanunla düzenleneceği
ilkesini öngörmüştür. Anayasamızda
özel kanunla kurulmuş, kamu
tüzelkişiliğini haiz, idari-mali
yönlerden özerk kuruluşların yapısı,
faaliyetleri ve denetimine ilişkin
herhangi bir kural bulunmamaktadır.
Diğer bir deyişle, bu kuruluşların
mutlaka Sayıştay denetimine tâbi
olması konusunda Anayasal bir
zorunluluk getirilmemiştir. Özerk
kuruluşlar, daha önce yasalar
tarafından Bakanlar Kurulu’na,
çeşitli Bakanlıklara veya siyasi
iradeyi temsil eden diğer organlara
verilmiş olan yetkilerin
devredildiği kuruluşlardır. Daha
önce bu yetkiler siyasi irade
sahiplerinde iken denetimleri nasıl
TBMM tarafından yapılmakta idiyse,
bu yetkilerin devredildiği
kurumların denetimlerinin de yine
doğrudan TBMM tarafından
yapılmasında Anayasa’ya aykırı düşen
bir yön yoktur. Doğrudan denetimin
ise Anayasa’nın 165. maddesi
delaletiyle Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu’nca yapıldığı
izahtan varestedir.
Öte
yandan, özel yasalarla kurulmuş ve
öğreti ile uygulamada “özerk
kuruluşlar”, “bağımsız idari
otoriteler”, “bağımsız idari
kurumlar” veya “Düzenleyici idari
kurum/kurullar” olarak adlandırılan
teşkilatlanmalardan Enerji Piyasası
Düzenleme Kurumu, Tütün Kurumu,
Şeker Kurumu, Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurumu gibi
kuruluşların Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu’nca hazırlanan
raporlar üzerine TBMM denetimine
tâbi olduğu, keza, Merkez Bankası,
Sermaye Piyasası Kurulu, Türkiye ve
Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü,
Türk Standartları Enstitüsü, Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu,
Türkiye Futbol Federasyonu, Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı (TİKA) gibi idari ve mali
özerkliğe sahip, tüzelkişiliğe haiz
kimi kurumların da Sayıştay
denetimine tâbi tutulmadıkları,
kimilerinin Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu denetimine,
kimilerinin ise özel bir denetim
modeline tâbi tutuldukları
görülmektedir.
Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu’nun da
sui
generis
bir yapılanma olması ve Anayasa’da
bu konuda açık bir hüküm bulunmaması
karşısında, kıyas yoluyla
Anayasa’nın 160. ve 165.
maddelerinin ölçü-norm olarak
kullanılmaması gerekir. Hal böyle
olunca da,
yasakoyucunun takdir hakkını,
sözkonusu
“Kurul”un denetiminin Sayıştay
yerine Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu’nca yapılacak denetim üzerine
hazırlanacak raporun TBMM’ne
sunulması şeklinde tecelli
ettirmesi, bu amaçla iptal davasına
konu yasal düzenlemeyi getirmesinde
Anayasa’nın ruhuna aykırı hareket
edilmediği anlaşılmaktadır.
Diğer
taraftan, iptal istemine dair
başvurularda, özerk ve yansız bir
kamu tüzelkişiliğinin (RTÜK’ün)
Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme
Kurulu’nca denetlenmesinin,
“tarafsızlık” niteliği ile
bağdaşmadığı, bu görevin bağımsız
bir yüksek denetleme organı olan
Sayıştay’a verilmesinin, Üst
Kurul’un (RTÜK’ün)
“özerk ve tarafsız” yapısına daha
uygun düşeceği, bağımsızlığı
bulunmayan, örgütsel yapısı, amaç ve
yöntemleri itibariyle doğrudan
Başbakan’a bağlı bir Kurul’un
denetiminde yetkili kılınması
suretiyle
RTÜK’ü siyasi iktidarın
denetimine sokan bu düzenlemenin
Anayasa’ya aykırı olduğu ileri
sürülmekle beraber, bu iddialara da
katılmaya imkân yoktur. Gerçekten,
Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu’nun statüsünü düzenleyen 72
sayılı KHK hükümleri incelendiğinde,
bu Kurul’un iddia edildiği gibi
Başbakan’ın emrinde bir kuruluş
olmadığı, Yüksek Denetleme
Kurulu’nun Anayasa’nın 165.
maddesinde öngörülen Meclis
denetiminin yerine getirilmesinde
Anayasal bir görev üstlendiği, TBMM
KİT Komisyonu’nun, denetim görevini
Yüksek Denetleme Kurulu raporları
üzerinden yaptığı, Kurulun, Başbakan
dahil hiç bir merciden talimat
almadan rapor hazırladığı ve
hazırladığı raporları hiç bir
merciin onayına sunmadan işleme
koyduğu, oysa bir denetim organının
bağımlı olduğunu söyleyebilmek için,
denetime başlamak üzere bir
merciden (Bakan-Başbakan vb) önce
onay alınması, daha sonra hazırlanan
raporun işleme konulabilmesi için de
keza aynı merciden olur alınması
gerektiği, 72 sayılı
KHK’de
geçen, Kurul’un Başbakanlığa bağlı
olduğu ifadesinin, sözlük anlamında
bir bağlılık veya bağımlılığı
amaçlamayıp, çeşitli kurum ve
kuruluşlarla olan ilişkilerde konum
belirten bir anlamda kullanıldığı,
örneğin uygulamada Kurul’ca
hazırlanan raporların, Başbakanlık
marifetiyle ilgili kuruluşlara
gönderildiği, yani Başbakanlığın
işlevinin aracılık yapmaktan ibaret
olduğu, Yüksek Denetleme Kurulu’nun
18 üyesinin 9’unun en az 20 yıl
görev yapmış kamu çalışanlarından
seçildiği, diğer 9’unun ise bizzat
Kurul tarafından önerilen iki kat
(18 kişi) aday arasından Bakanlar
Kurulu’nca atandığı, Yüksek
Denetleme Kurulu’nun programının
Kurul Başkanı tarafından
hazırlandığı ve yürürlüğe konulduğu,
yıllık denetleme raporlarının başka
bir merciin onayına sunulmaksızın
TBMM’ne ve ilgili kuruluşlara
gönderilmek üzere Başbakanlığa
sunulduğu, bu süreç içinde Yüksek
Denetleme Kurulu’nun tam bağımsız
olarak çalıştığı, diğer bir deyişle
Kurul’un kurumsal, bireysel, mali ve
yetkiler yönünden bağımsızlığı haiz
bulunduğu açıkça görülmektedir.
Bu
açıklamalar çerçevesinde, TRT gibi
genel ve katma bütçeli olmayan,
Anayasa gereği tarafsız ve özerk
statüdeki bir kurumu yıllardır
denetleyen Yüksek Denetleme
Kurulu’nun, aynı statüdeki
RTÜK’ü
denetleyemeyeceği iddiasına
katılmaya imkân görmediğimden;
RTÜK’ün
denetiminin Yüksek Denetleme Kurulu
tarafından yapılmasına dair inceleme
konusu kuralın Anayasa’nın 160. ve
165. maddelerine aykırı olmadığı
kanısına vararak; sayın çoğunluğun
aksi yöndeki iptal kararına
katılmadım.
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|